Türkiye - İran ilişkilerinin sabiteleri değişkenlerinden her daim daha fazla ve güçlü olmuştur. Bu da ilişkilerin iyileşmesine bir üst limit koyduğu gibi kötüleşmesinin de alt sınırlarını çiziyor. Ortadoğu'nun geri kalanıyla karşılaştırdığımızda, İran ve Türkiye'nin kurumsal ve konsolide devlet yapıları her iki ülkenin ilişkilerini başlıklara ayırarak yönetebilmelerine imkan sağlıyor. Örneğin, İran devriminden hemen sonraki evrede, Türkiye'de müesses nizamın Siyasal İslam ve Kürt meselesi konularında kaygılarının tavan yaptığı 1990'lı yıllarda veya Arap isyanlarının tetiklediği ve Suriye iç savaşıyla billurlaşan bölgesel jeopolitik kırılmada Türkiye - İran arasındaki siyasal ilişkiler büyük bir türbülans ve krizden geçerken, iki ülke arasındaki ekonomi, enerji, turizm ve benzeri başlıklardaki ilişkiler belli bir düzeyde ilerlemeyi sürdürdü. Buna karşın, iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamıyla çökmesini engelleyen unsurlar aynı zamanda iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişebilmesinin üst limitlerini de belirliyor. İki ülkedeki siyasal iktidarların mahiyetlerinden de bağımsız olarak ilişkilerin seyrini ve niteliğini belirleyen unsurlar var. Coğrafya ile her iki ülkenin post-emperyal ülke olma karakterlerinden neşet eden jeopolitik vizyonları ve güç projeksiyonları iki ülke arasında stratejik bir uyuşmazlık hali yaratıyor. Bunun yansımalarını son dönemlerde birçok başlıkta açık bir şekilde görüyoruz. Türkiye, Rusya ve İran'la birlikte Astana ve Soçi süreçlerini yürütmesine rağmen, hem İdlib'te hem de Afrin operasyonu sırasında İran destekli Şii milislerle sahada bizatihi ya çatıştı ya da hala çatışıyor. İran, bugüne kadar Afrin operasyonuna en net bir şekilde karşı çıkan ülke konumunda.