Ne kendini seçebiliyorsun şu hayata adım atarken ne aşık
olacağın insanı. Kendi zevklerinden tasarladığın insan karşına
çıksa bile ona aşık olup olmayacağını asla belirleyemiyorsun.
Serseri bir kurşun gibi dolaşıyor aşk yüreğinin namlusunda. Asla
aklından geçen hedefi vurmuyor. Misal, seni pamuklara sarıp
sarmalayacak birine aşık olmuyorsun da gelgitleriyle canına
okuyacak insanın peşinde yeri geliyor, yıllarını heba ediyorsun.
Parmaklarının ucundan öpecek olanı değil de teninin sıcaklığını en
basit keyiflere değişecek olanı seçiyorsun. Kollarının arasında
huzuru bulduğundan sırtını dönüp yatana kaçıyor aklın. İşin kötüsü
başına geleceği en başından bildiğin halde yapıyorsun bunu.
Bildiğin, ne çektiğine yetiyor ne çekeceğine ve değiştiremiyorsun
bu hikayenin hazin sonunu.
Başta, yakandan çekiştiren arkadaşlarına aldırış etmiyorsun.
Gözlerinin içine bakıp yapma diyen sevenlerini dinlemiyorsun. Hep
kendinden yana tavır alan yüreğin bu defa cesaretlendiriyor çünkü
seni. İçinde bir yerlerde gerçekleri gören altıncı hissinin üstünü
bu cesaretle örtüyorsun. Bir bildiğin varmış gibi geliyor dışarıdan
gözlerindeki kararlılığa bakanlara. Uykularının katili olacak bir
deneyimin içine bodoslama dalıyorsun.
Aşk dediğin çoğu zaman insanın başına dert açıyor, kendi limanından
bilinmez bir maviliğe sürüyor gemilerini. Mavinin büyüsünün
tesirini milyon kere büyütüp elleriyle kulaklarını kapatıyor. En
deneyimli kaptanın bile gözünü korkutacak denizlerde, ancak bir
miço tecrübesiyle dümende buluyorsun kendini. Ne açıldığın denizin
derinliğine ne dalgaların büyüklüğüne aldırıyorsun. Aşkın yeleğini
geçirmişsin ya üstüne artık ne korkunç bir fı...