King adında bir iskambil oyunu var. Zamanında üniversite kampüslerinin vazgeçilmeziydi. Çok iyi bir strateji oyunudur aslında. Eldeki imkanla neler yapabileceğinize karar verme yetinizi geliştirir. Oynayanlarınız bilir, bu oyunun içinde bazı ceza oyunları vardır. “El almaz” bunlardan biridir. Elindeki kağıtların genelde küçük ve aynı cinsten olduğunu gören oyuncu bu ceza oyununu seçer. Hedef olabildiğince az el alarak oyunu bitirmektir. Çünkü alınan her el başına belirli bir ceza puanı oyuncunun toplam puanından düşülür. Az el alma telaşı, çoğu zaman hiç el almamaya çalışmayı peşinden sürükler. Oyuncu bu hataya düşer de mutlaka alması gereken elleri de almamaya gayret ederse, çoğunlukla almayacağı elleri de alarak bitirir oyunu. Bu oyunda az da olsa cezaya razı olmamanın karşılığı genellikle en ağır cezayı çekmek olur. Haddinden fazla korku, hırs veya telaşın bu oyunda pozitif bir katkısı hiçbir zaman yoktur. Hatta bu duygular, oyuncuyu doğru zamanda doğru hamleyi yapmaktan alıkoyarak hataya sevkeder. Bir yerlerden size de tanıdık geliyor değil mi? Hayatın kendisi de bir parça böyledir işte. Baktığınızda kim ister üzülmeyi, acı çekmeyi? Herkes mutlu olmak için yaşar, öyle değil mi? Yaptığımız her seçimde hedefimiz önce mutlu olmaktır. Karşı tarafı da olan durumlarda ikincil hedef olarak karşımızdakini mutlu etmekten ya da en azından üzmemekten bahsedebiliriz. Bu da aslında insanın yine kendisiyle ilgili bir duyguyu işaret eder. Birini üzmek, bir insana siyah bir hüzün yaşatmak, sağlıklı her insanın yüreğine yaradır. Dolayısıyla, ruh sağlığı yerinde olan kişi başkasını üzerek mutlu olamayacağı için, böyle bir hedefle hareket etmez. Ta ki kendisiyle karşı taraf arasında bir seçim yapmak zorun...