https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Eski şehirlerin yapı mimarisiyle, modern şehir mimarisinin yapılarının bir arada olduğu şehirlerde rahatlıkla gözlenebilen bir durum var: Eski mimarinin belli bir yumuşaklığı, ayrıntılarla zenginleşen bir tezyinatı, insani sıcaklığa daha fazla izin veren bir görünümü varken; modern mimari yapılarının daha keskin çizgilere, yalıtılmış cephelere, geometrik çizgilere, soğukluk hissi veren renklere sahip olduğu görülüyor. Meseleye biraz dikkatini celbeden herkes; bu durumun, sadece mimarinin tarihsel seyri ile ilgili izahlarla açıklanamayacağı, insanın zaman içindeki iç değişimlerini, hayata bakışını, önceliklerinin başkalaşmasını da aşikâr kıldığı kanaatine varacaktır.
Modern hayat, daha yolun başında, maddi hedeflerin insan hayatının ana ekseni kabul edildiği yaşama biçimi ve alışkanlıklarını geliştirmeyi esas almıştır. Modern dünyada ilerleme esastır ve bundan kasıt maddi kalkınma, büyüme, zenginleşmedir. Bu anlamda modernleşme modelleri, maddi hedeflerin yakalanmasına hizmet etmeyen, ilerlemeyi ‘yavaşlatan’, hızı ‘düşüren’, zihinleri ‘yoran’ geleneksel arayışları pek kâle almaz, çok fazla hesaba katmaz. Duygularla, yönelişlerle, estetik ihtiyaçlarla değil, daha rasyonel, daha rantabl, daha kârlı ve daha sıkıştırılmış bir mimari anlayışı esas alır. Metropol kültürü, iş merkezleri, siteleşme, dikey yapılaşma, karmaşık yol ağları ve ekonomik temelli yerleşim mantığı bu hayat tarzının zorunlu öncelikleridir.
İnsanın manevi taraflarını, inançlarını, geleneklerini, iç zenginliklerini, kayda bağlanmamış ve kalıplara indirgenmemiş serbest duygularını hesaba katan geleneksel toplumlarda durum bundan oldukça farklıdır. İnsanın manevi mutluluğunu gözeten bir yapı ve şehir anlayışı imar hareketlerinin temelini oluşturur. Ticari ve zirai hayat, bu anlayışla uyumlu biçimde yaşar ve gelişir. İnsanın temel ihtiyaçları temel alınır, bunlar üzerinden sade ve ferah merkezi şehirler inşa edilir.
Geleneksel mimari geçmiş toplumların şartları içinde oluşmuş, demografik olarak daha dengeli, daha az sıkışık, sınırlı sınai alanları ve toprağa dayalı üretimin daha geçerli olduğu daha kanaatkâr bir dünyanın ürettiği bir mimaridir. Bu bakımdan belli avantajlara sahiptir. Günümüzün ekonomik ve demografik gerçeklikleri, ekonomik zorunlulukların şehirleri kalabalıklaştırması, sınai üretimin zirai üretime göre mevzi kaybetmesi, ihtiyaçların daha fazla maddi imkanı gerektiriyor olması gibi pek çok sebeple modern zamanlar yapı ve şehir kurarken dezavantajlı durumdadır. Ancak bu dezavantajların, yine modern hayat tarzının kendi başına bela ettiği, kendi mantalitesinden türeyen olumsuzluklar olduğu da bir gerçektir.
Bugün İstanbul gibi tarihi dokuyu modern yapılaşma ile iç içe yaşatan şehirlere panoramik nazarla baktığımızda, bu iki farklı insan ve hayat modeli arasındaki zıtlığı açıkça teşhis edebiliriz. Manzara birbirine hiç de uygun olmayan lego parçalarının metazori birbirine yapıştırıldığı iğreti ve zorlama bir yığıntı karakteri arzeder. Şehir bu birbirine uyumsuz parçaları bir arada tutmak için kendini aşırı biçimde zorlamakta, adeta sancılar içinde kıvranmaktadır.
Bu derme çatma zorlama bütünlük içinde; eski şehirden kalan geleneksel yapıların insani manada bir sıcaklık, yeni şehir yapılarınınsa bariz bir soğukluk yaydığını insaf sahibi herkes kabul edecektir. Meseleyi daha da esaslı bir noktaya çekersek, zıtlıklarla dolu bu sancılı manzara; mimarinin tarihi seyrinden çok daha ötede, insanın değişmesini, maddi yönelişlerle, iç dünyasından, maneviyatından, duygularından, estetiğinden pek çok şeyi feda ederek; keskin, katı, köşeli, soğuk bir hayata geçiş yaptığı gerçeğini apaçık ortaya koyuyor. Güzellik, incelik, doğallık, estetik ve maneviyat gibi pür insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik gibi maddiyata dayalı katı gerekçelerin aldığı soğuk bir çağın içindeyiz artık!