SUNDANCE, New York’ta sinema okurken okul arkadaşlarımla en heyecan verici bulduğumuz, en çok ağzımızın suyu akan, bir gün gitmeyi en çok hayal ettiğimiz festivaldi.
Yıl 1994’tü ve festivalin açılış filmi, İngiliz yapımı, Hugh
Grant’li, Andie MacDowell’lı “Dört Düğün Bir Cenaze”ydi. Favori
filmlerimdendir.
Her yıl Sundance’in ödül listesine bakıp illa seyretmem gereken
filmleri o listeden bulurum. Hiç de boş çıkmaz.
Tüm dünyadan stüdyo sistemi dışında yapılmış bağımsız filmlerin hem
gişe iddiası olanlarını hem olmayanlarını değerlendiren nefis bir
yerdir Sundance.
Bizim memlekette en çok eksikliği hissedilen şeydir bu mesela. Gişe
potansiyeli olan filmler, onların senarist ve yönetmenleri
yarışmalardan, festivallerden uzak tutulur, tek tük, ayıp olmasın
diye, sadece oyuncuları aday gösterilir. “Festival filmleri”
ayrıdır, ödüller onların arasında dağıtılır. Belki bunun da payı
vardır gişe ve kaliteyi aynı anda tutturan filme bizde az
rastlanmasında. Popüler ve kaliteli filmin seyirci alkışı dışında
alkışı, ödülü, aferini yoktur bizim memlekette.
Her neyse, bu benim Oscar’dan filan çok daha değerli bulduğum
Sundance’te bu yıl bir Türk yönetmenin yazıp çektiği bir Türk
filmi, Dünya Sineması En İyi Film Ödülü’nü aldı. Hatırlatayım,
zaten toplam 4 büyük film ödülü var, ikisi belgesellere gidiyor.
Olaydır! Büyük haberdir!
Altını çizmeye, sayfalarca yazı yazmaya değerdir.
‘Kelebekler’in eli yüzü düzgün bir salon sayısıyla en azından
birkaç hafta vizyona girmesi şarttır! “Enes Batur-Hayal mi Gerçek
mi”nin salon sayısının onda birini hak etmez mi dünya çapında
ödüllü filmimiz?
Kültür Bakanlığı’nın filmi destek vermeye değer bulmadığını, 1 lira
bile vermediğini okumuşsunuzdur! Filmin 18 günde
bitirildiğini...