Fransız basınında “farklı” denebilecek bir “Türkiye analizi” yayımlandı.
Bu analize göre Türkiye’de “Türk-Kürt (etnik)”, “Sünni-Alevi (mezhepsel)”, “solcu-sağcı (fikir ve eylemde)” gibi “kutuplaşma iddialarının” dışında ve üstünde bir “karşılıklı ötekileştirme” var.
Bu analizin öne sürdüğü gibi “etnik, mezhepsel, fikri” kesin kutuplaşma olduğu görüşünü paylaşmıyorum.
“Farklılıklarımızı” elbette kimse inkârdan gelemez ama bunlar birlikte “tek millet-tek devlet” olarak yaşam harmanımızı bozmayan renklerimizdir.
Türkiye’de PKK’nın gittikçe taban yitirirken kanlı eylemlerini tırmandıran “ayrılıkçı” çabalarına karşın halkta karşı karşıya gelme psikolojisi, tavrı, isteği, iradesi yoktur.
.......................
Ancak...
“Analiz” iddiasındaki -bir kısmına katılmadığım- satırlarda öne çıkan yeni “farklılık tanımlamasını” -teşhiste ve tanımda abartılarına ve karikatürleştirme üslubuna rağmen- yansıtmak istiyorum.
“Abartılı, karikatürleştirici” ve “tepeden bakan kibirli” üslubunu da makaslamıyorum.
Özetle ve kabaca şöyle:
‘ Türkiye kültürel olarak da farklılaşmış durumda.
Bir tarafta dine odaklı kesim.
Bunlar pijamayla da sokağa çıkabilen, kadınlarını çalıştırmayan, ailedeki kadınların ve genç kızların başlarını örttüren, ailedeki kızların flört etmelerine izin vermeyen bir kesim.
O görüşe yakın iktidar partisine oy veriyorlar.
Batı’nın sinema, tiyatro, resim ve heykel sanatlarına, Batı tarzı yaşamı yansıtan dizilere ve kitaplara karşılar.