27 Mayıs ’larda hep şu anı gözümün önüne gelir.
Utanırım, üzülürüm.
.....................
Ergen yıllarımdı.
Kız arkadaşımla Ankara - Kavaklıdere Gülbahçesi’ ndeydik.
Birbirimize iyice sokulmuş, bahar güneşinin tadını çıkarıyorduk.
Yani...
Romantik takılmış durumdaydık.
Parkın yukarı ucundan lacivert giysili, kravatlı iki adamın bize doğru geldiklerini fark ettik.
Kız arkadaşımın babası -daha sonraları içişleri bakanı olacak- CHP Ankara milletvekiliydi.
Siyasetin içinde büyümüştü.
Gelenleri hemen tanıdı.
“Menderes ve Gedik” diye fısıldadı.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik.
Hararetle konuşarak yavaş adımlarla yürüyor, arada bir duraklıyorlardı.
Yürüyüşü Adnan Menderes çok severdi.
Çankaya’dan başlar yanında bir iki arkadaşıyla birlikte yürüyerek bakanlıklara kadar inerdi.
Onlarla karşılaşmak Ankaralılar için olağan şeydi.
O haftalar “netameliydi.”
İstanbul ve Ankara kaynamaya başlamıştı.
Demokrat Parti’nin baskısı arttıkça tepkiler de meydanlara, caddelere taşıyordu.
Kız arkadaşım zaten CHP’liydi ve Menderes’e karşıydı.
Ben de hem İstanbul ve Ankara’daki meydanlara taşan tepkilerin, gösterilerin hem de kız arkadaşımın etkisindeydim.
Merhum Menderes ve -oğlu arkadaşım olan- merhum Gedik iyice yaklaştılar.
Biz hiç oralı olmadık.
Toparlanmadık.
Önümüze geldiklerinde kayıtsızca yüzlerine bakıyorduk.
Menderes durakladı.