Avrupa Parlamen-tosu’nun (AP) Türkiye raporu ortalığı karıştırdı.
Türkiye’nin “AB Seyir Defterinde” bu rapor “kara” değil ama “kurşuni” bir sayfa.
Gerçekten...
Bazı “olumlu” denebilecek satırlara karşın “eksiler” çok daha fazla.
“Yekun çizgisi” altına şöyle bir not düşebiliriz:
“Avrupa ile makas daha da açılmakta.”
“Tam üyelik” hâlâ “ufuk çizgimizin” ötesinde. Görünmeyen, tahmin edilemeyen uzaklıkta.
......................
Oysa...
AK Parti’nin tek başına iktidar olduğu yıllarda “AB hedefi nasıl da yakınlardaymış” psikolojisine girmiştik.
Brüksel’de “Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerine başlaması kararı” açıklandığında oradaydım.
Mutlu ve umutluyduk.
Türkiye’ye nasıl da “olumlu” bakış vardı.
AB üyesi ülkelerin parlamenterleri ellerinde Türkçe “EVET” yazılmış pankartlar kaldırarak poz vermişlerdi kameralara.
Dahası karar saati geçmişti, şekil hukuku gereği “kararın düşmesi” tehlikesi konuşulmaktaydı. Hukukun “Şekil esastan önce gelir” temel kuralı Damokles’in kılıcı gibi asılıydı. Bu ciddi şekil sorununa İngiltere Dışişleri Bakanı diplomatik zekâyı yansıtan bir çözüm getirmişti.
“Sürenin bitişi Brüksel saatine göre hesaplanmasın. Asıl olan referans saat Londra ayarıdır. Şu anda Londra saatine göre süre bitmiş değil. O halde Türkiye için kararın açıklanmasında gecikme yoktur, şekil şartı ihlal edilmiş değildir.”
Türkiye’nin AB yolculuğunda bütün mevzuatı, koşulları hep “engelleme gerekçesi” oluşturarak yorumlayan Brüksel’de bu “Londra saat ayarı” çözümü bir “ilkti.”