Dün, fabrikaları olan ve üretiminin yarıdan fazlasını ihraç eden
bir işadamıyla konuşuyorduk.
İlginç şeyler söyledi.
Özetle yansıtayım:
Müdürlerimi 3 ayda bir toplantıya çağırıyorum.
Onlara üretim ve ihracat planlarını yaparken Türkiye’yle “siyasi
sorun ya da kriz çıkma ihtimali yüksek olan ülkeleri” tahmin
etmelerini istiyorum.
“Bunlardan bizim ihracat yaptıklarımız varsa satış planlarımızdan
çıkarmalarını” istiyorum.
Tabii...
Çok zor.
Ama...
Bu da gerekli.
Müdürlere “öngörmek yönetmektir” söylemini, vurgulayarak
tekrarlıyorum.
Tahmin ediyorum, başka işadamları, holdingler de işleri üretmek ve
satmak odaklı yani tamamen “iktisadi” olmakla beraber, bir süredir
“siyaset ve dış politika” mercekli gözlüklerle bakmak
zorundalar.
Ankara’nın, önümüzdeki kısa sürede arasının açılacağı “potansiyel
krizli ülkeleri” tahmin etmek, “üretim, satış” boyutlarına ilave
“dış politikası ağırlıklı 3. boyut” haline geldi.
Keşke işadamları enerjilerini “üretimde verimlilik artışını,
kaliteli üretime, katkı payı yüksek teknolojiye, pazarlarını
genişletmeye” yoğunlaştırabilseler.
Dış politikayı da -güvenle- Ankara’ya bıraktıkları istikrarlı bir
ilişkiler ağımız olsa.
.....................
Yukarıdaki satırları, “sınırların ötesindeki siyasal artıların ve
eksilerin sadece soyut politika olayları gibi algılamalarda
yanlışlığa” işaret etmek için yazdım.
Yani...
Dış politika sorunları, krizleri yaşanmaya başlayan her ülke bir
“ihracat pazarı.”
O pazarda daralma ya da kapıların kapanması Türkiye’de üretim yapan
ve dışarıya satan işadamları için “sorun.”
O işyerlerinde çalışan emekçilerden bir kısmı için “işsiz kalma”
olasılığı.
Türkiye ekonomisine “döviz girişlerinde eksilme.”
Turizm sektörü için de öyle.