UÇAĞA adımınızı attığınızda en az iki hostesin güler yüzleriyle
karşılaşırsınız.
Göz göze gelirsiniz, sizi selamlarlar.
Siz koltuğunuza doğru ilerlerken, onlar yeni gelen yolcuları
karşılamaktadır.
Bu “nezaketin” ötesinde bir “uçuş güvenliği” görevidir de.
Hostesler “fizyonomiyi, göz hareketlerini, yolcunun beden dilini
okumak” eğitimini almışlardır.
Yolcunun “tehlike potansiyelinin olup olmadığını” o bir kaç saniye
içinde süzmeye çalışırlar.
Şüpheli buldukları yolcular için gerekli görevlileri
bilgilendirirler.
Yani...
O şık üniformanın, alımlı bedenin, güzel ve güleç yüzün görünüşü
aldatmasın.
Aslında “X-ray” cihazı gibidirler.
KANAYAN YÜREK
HAFTA sonu Bodrum’da (*) Bedri Baykam’ın sergisindeydim.
Girişin sol tarafındaki duvara büyük boyutlu bir tablosu asılmış.
Bedri, sergisindeki yapıtlarını bu tablodan başlayarak anlattı:
Sanatçı size gülümseyebilir, espri yapabilir ama o anda kalbi
kanıyor ve iç organları yer değiştiriyor olabilir... Kimsenin ruhu
duymaz.
İşte bu tabloda sanatçının (benim) kanayan kalbimi resmettim.
Belki Basquiat da (J.M Basquiat) son gününde aynı kanamaları
hissediyor ve
kimseye belli etmiyordu. Aynen Van Gogh gibi.
Bedri’yi 1960’lı yıllarda henüz hukuk öğrencisi olduğum ilk
gazetecilik yıllarımda tanımıştım.
“Harika çocuk” olarak anılıyordu.
Evlerine konuk olurdum.
Yerde çırpı bacaklı, kısa pantolonlu, kocaman siyah çerçeveli
gözlükleriyle sürekli resim çizen bir çocuktu.
Sonraki yıllarda arkadaş/dost olduk.
Anlattığı “kanayan kalbi” içimi çok acıttı, kıyamadım.
Bilinçaltımda galiba onu hâlâ çocuk olarak algıladığımın farkına
vardım.
Ve yazının başındaki hostesleri hatırladım.
Onların da uçak kapısındaki şık giysileri, gülümseyen yüzleri
arkasındaki gerçeklerle farklı boyutlarda, farklı bedenlerde
duygusal örtüşmeyi düşündüm.
DESOLATION CAFE