Daha 1-2 ay öncesine kadar Türkiye “onurlu yalnız” ülkeydi.
“Onurlu” duruş elbette ulusal gururumuzu okşuyordu ama “yalnızlık”
içimizi acıtıyordu.
Bulunduğumuz bölgenin “yangın yeri” olması “kaygı” da yüklüyordu
yüreğimize.
Güney sınırımız boyunca altımızı “cehennem ateşleri” sarmışken
sınırın ötesine burnumuzu bile uzatamıyorduk. Ne bir savaş uçağı
kaldırabiliyorduk, ne bir tank sokabiliyorduk.
Amerikası da, Rusyası da “kırmızı ışıklar” yakmışlardı.
.....................
Ve...
Çok şey değişiverdi.
Önce...
Rusya’yla buzlar çözüldü.
Ankara, sadece ABD’ye “el mahkum” görüntüleri verirken eline “Rusya
kartını” alınca masada kağıtların yeniden dağıtılması sonucunu
üretti.
“15 Temmuz mahkumiyeti” de eklenince Washington “şirinlik
muskasıyla” Türkiye’ye yaklaştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Başkanı Putin ve ABD
Başkanı Obama ile yeniden yan yana görüntüleri “onurlu yalnızlık”
iki kelimelerinden ikincisini tarihte kısa bir paragrafa gömdü.
“Onurlu dayanışmalar” dönemi başlamış oluyor.
Buna İsrail’le anlaşmayı, İran ilişkilerinde “ihtiyatlı
iyimserliği” de ekleyin.
Almanya da bu yeni çerçevenin içine adımlar atmakta.
.....................
Kıbrıs harekatından bu yana TSK ilk kez sınır ötesine, öyle daha
önceki günü birlik ya da bir kaç günlük değil “gerektiği kadar
kalmak” üzere harekatta...
Güney sınırının önemli bir bölümünü IŞİD’den temizledi.
Oraya jetlerini uçurabiliyor, tankları, zırhlı araçlarıyla
“stratejik alan kazanmış” durumda.
Tıpkı Kıbrıs harekatının ilk aşaması gibi.
Bunu kazanılan güvenlik kuşağının derinleştirilerek güvenli alanın
oluşturulacağı ikinci ve belki de üçüncü harekatın izleyeceği
görünmekte.