12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Avrupa Konseyi Türkiye
ile ilişkilerini “askıya almanın” eşiğindeydi.
Durum ciddiydi.
Daha önce yaşanmış Yunanistan örneği tekrarlanabilirdi.
Yunanistan’da da albaylar ihtilal yapıp yönetime el
koymuşlardı.
Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası hem Kıbrıs Rum
yönetimi, hem Atina’daki albaylar cuntası düşmüşlerdi ama bu arada
Avrupa Konseyi Yunanistan’ın ipini çekmişti bile.
***
12 Eylül askeri yönetimi de aynı duruma düşürülmek üzere olduğunu
görüyordu.
“Demokrasiye dönüş” vaatleriyle zaman kazanmaya çalışıyordu.
Zaten yeni anayasayı hazırlamakla görevli Kurucu Meclis
oluşturulmuş, çalışmaya başlamıştı.
Ancak...
Yeterli değildi.
Avrupa Konseyi “Anayasanın tamamlanıp halkoyuna sunulması ve
seçimlerin tarihini” de kesinleştirmek istiyordu.
Vaatlere -pek de- güvenmiyordu.
***
Bunun üzerine politikacılardan ve gazetecilerden bir heyet devreye
girdi.
Çoğu Avrupa Konseyi’nde de tanınan ünlü ve saygın isimlerdi.
Hatta...
Bazıları milletvekili olarak Avrupa Konseyi Meclisi’nde (o
dönemdeki adı “Danışma Meclisi”ydi) parlamenterlik yapmış, 12 Eylül
Darbesi’yle kapatılan TBMM’nin milletvekilleri, senatörleriydi.
“Kendilerini devirmiş olan 12 Eylül askeri yönetimine” bir bakıma
“kefil” oluyorlardı.
“Türkiye’yi kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden atmayın, biz çok
kısa sürede yeni anayasa yapılacağının ve seçimlere gidileceğinin
garantisini aldık” mesajını veriyorlardı.
Adlarını geçiyorum.
İsteyen o dönemin gazetelerinde bulabilir.
Ben de Strazburg’daki Avrupa Konseyi’ne o grupla birlikte
gitmiştim.
Ancak...
Sadece gazeteci olarak ve grubun etkinliklerini takip ederek yazmak
üzere.
Avrupa Konseyi’ne “Türkiye’yi atarsanız/dışlarsanız generallerin
çekinecekleri hiçbir şey kalmaz. Oysa eğer -pamuk ipliğiyle bile
bağlı olarak- Türkiye’nin Konsey üyeliği sürerse demokrasiye geçiş
umudu artar. Asker de Avrupa’dan kopmayı istemiyor/tehlikeli
buluyor. Bu kartı elimizden düşürmeyelim.”
Sonuç...