Bir TV progra-mında “Cumhuriyeti seçkinler ele geçirince” gibi bir söyleme, katılımcılardan İsmail Saymaz gerekli yanıtı her biri gülle ağırlığında kelimelerle verdi.
Cumhuriyeti “kuranlar” nasıl onu “ele geçirenler” olabilir ki!
Daha başında “fo depar (faux depart).”
Böyle yanlış deparlar “yok hükmündedir.”
Ama...
İsmail Saymaz “Cumhuriyeti kuranların genellikle yoksul ailelerden
gelen, çoğu yetim ya da öksüz olan çocukların, mali imkânsızlıklar
nedeniyle askeri okullara gönderildiklerini, o ocaklarda vatan ve
millet aşkıyla yetiştiklerini” anlattı.
Başta Atatürk, İstiklal Savaşı’nı kazanan, Cumhuriyetin kuruluş
taşlarını yerleştiren o halk çocuklarıdır.
“Cumhuriyeti ele geçiren seçkinler” diye tanımlanamazlar.
..........................
Bu gerçeği binlerce, on binlerce örnek arasından sadece birini
yansıtarak vurgulayayım.
Meslek büyüğümüz Hıfzı Topuz’un “Atatürk Sesleniyor” kitabından bir
anıyı özetliyorum:
Mustafa Kemal, Ankara tren istasyonundaki bir binada
kalmaktadır.
Orası aynı zamanda İstiklal Savaşı’nın karargâhı gibidir.
Bir sabah Atatürk emir eri Ali’den kahve ister.
Atatürk’ün kahveyi şekerli içtiği bilinmeyen şey değil.
Ali, “Emredersin Paşam, kahveyi yapayım ama şekerimiz yok” der.
Gazi, bütün para işlerine bakan Ceyhun Atıf Kansu’ya “Gene parasız
kaldık” anlaşılan gibilerden bir bakışla acı acı gülümser.
Kahve, şekersiz sunulur.
Gazi “Bunu bir şekilde halletmeliyiz” diye mırıldanır.
İstiklal Savaşının başkomutanı, lideri kahveye atılacak şekeri bile
olmayan bir “seçkin(!)”
Hiçbirinde metelik kalmamıştır.
Ve bir mucize olur.
Ankara Müftüsü Rıfat Bey çıkagelir.
Din adamlarından, esnaftan Milli Mücadele için yardım parası
toplamıştır.
Kansu’ya “bin liralık” bu katkıyı mahcup bir ses tonu ve beden
diliyle “Çok daha fazlasının gerektiğini biliyoruz ama şimdilik bu
kadarını oluşturabildik, kabul buyurun” diyerek sunar.
Bu bir mucizedir.
Kansu çok uzun süredir sadece “çorba, bulgurdan ibaret” değişmez
yemeklere bir gecelik “ziyafet” parantezi açmaya karar verir.
Akşam yemeği için sürpriz işaretini verir.
Gazi “Sakın israf yapma” diye uyarsa da Kansu “vitaminlendirme”
gerekçesiyle bunu dikkate almaz.
Akşam yemeğine bütün kurmaylar ve beyin takımı davetlidir.
O gecenin menüsü “pirzola, pilav ve irmik helvasıdır.”
Ertesi günden itibaren kim bilir daha kaç ay “çorba, bulgur ve
bazen de hoşafla” geçecekti günler.