Üç gün önceki Rusya düne geldiğimizde "taş üstüne taş konduğunu"gördük.
İsveç gibi sert bir takıma karşı, üstelik deplasmanda topu ve oyunu böylesine kontrol etmek önemliydi.
Bunu bir kenara yazalım.
Goller yedik veya pozisyonlar verdik, doğrudur. Ancak daha formanın ağırlığına alışamamış, acemilikleri diz boyu oyuncularla da oynuyoruz. İlk yarıda Ömer, Zeki ve Kaan üçlüsünün kafası maçta değil, "hata yapmamalıyım" kelepçesindeydi. O yüzden Zeki ayağına gelen topları geri oynadı, Ömer kafasını kaldırmadan orta yapmaya çalıştı veya Kaan topla birlikte hiç öne mesafe kat etmedi.
İsveç topu rakibe bırakıp, ikinci bölgeden hızlı çıkarak kontralarla gol arıyor.
Tüm maçı sahiplenerek oynamaları, hata yapmalarına rağmen koşmaktan vazgeçmemeleri daha da önemliydi. Kulüp havasında bir milli takım için güzel işaretler bunlar.
Okay – Topal ikilisinin orta sahayı tutmalarına, Oğuzhan'ın öne paslarıyla etkili oyun yorumu gelmeliydi.
Hakan ve Cengiz'in içeri kat eden akıllı bindirmeleri veya Cenk'in koşuları bu paslara yanıt alamadı. Oğuzhan ya geç kaldı, ofsayt geldi sonrasında, ya da rakibe takılıp kaldı. ***
Dikkat ederseniz oyun karakteri veya düzen değil eleştirdiklerimiz.
Performanslar üstünden konuşuyoruz.
O nedenle umut hep cebimizde kalacak. Düşündüm de, bizi Fransa'ya kadar götüren maçlar da dahil olmak üzere, neredeyse dört yıldır, ilk defa "Bu takım olur" umudunu taşıdım.
Karşımızda sonucu kabul etmeyen, sonuna kadar uğraşan ve bir planı olan takım vardı.