Zirvedekiler kazanınca, kağıt üstünde beraberliğin iyi sonuç
olduğu maçı kazanmak gibi bir zorunluluk doğdu Fenerbahçe'ye...
Advocaat'ın eksikleri vardı. Üstelik önemli oyuncularından da
yoksundu. Geçen haftalarda form tutan ve seyircisi önünde iyi bir
kapanış hedefleyen Trabzonspor'un da hesapları vardı.
Bu ortamda strateji kurmak, Advocaat için gereksiz gibiydi.
Takımını kapattı, tempoyu düşürdü. Büyük maç planı içinde oyunu
oynamak yerine, skoru hesaplayan fırsat anları için bekletti
oyuncularını.
Ve Lens ortaya çıktı. Penaltıyı getiren korner atışı onun ayağından
çıktı. Moussa attığı golün pası da ve üçüncü gol de... Ne kadar
plan yaparsanız yapın, "yetenek" karşısında çaresizsiniz. Ersun
Yanal da, Trabzon defansı da bunu hissetti. Skor 2-0'a geldiğinde,
eksik kalan Ersun Yanal'ın seçimleri de yok olmuştu. Hem oyunu
tutacak, hem de tabelaya oynayacak. Üstelik bunu 11 kişiyken bile
yapamayanlar ile yapmaya çalışacak.
Fenerbahçe kadrosu buna izin vermeyen sakinliği ve düşük
temposuyla, uzun toplarla oynama alışkanlığından da vazgeçmedi.
Alan büyüdükçe, usta oyuncuların önü de açıldı. 60'dan sonra "Maç
böyle bitsin" psikolojisi hem sahada, hem de tribünlerde hakim
oldu.
Yusuf Erdoğan ise yaptığı penaltı ve gördüğü kırmızı kart ile tüm
dengeleri değiştirendi aslında. Daha 70 dakika varken, atılmayı
göze alacak kadar acemice davrandı. Hem de böyle bir maçta. Büyük
takımların, iyi oyuncular kadar, "lider ve oyun haklı" olanlara da
sahip olması gerekiyor. Fenerbahçe nasıl Lens ile "farklı" bir
takım oluyorsa, Trabzonspor'un da ortamı doğru değerlendireceklere
ihtiyacı var.