Maçın anlamını futboldan
çıkarıp "vurma-kırma" eksenine getiren iki faktör vardı
muhtemelen. Tıklım tıklım dolu stadında seyirci agresifliği ile
rakibini sindirmeyi amaçlamış olabilir Mutlu Topçu. Soyunma
odasında eğer "Temaslı oynayacağız" denmişse daha maç
başlamadan sahaya ne bulduysa atan bir taraftar profili
ile "korkuyu" kendi faktörleri yapmayı amaçlamış
olabilirler. Üst üste dört maç kaybedip, beşincide yeni
teknik adama başvuran bir kulüp için anlaşılabilir bir
taktik gibi gözükse de acısı sonrasında çıkacaktır.
Fenerbahçe kadrosu bu tecrübeyi daha yedi gün önce test
etmişti.
Dolmabahçe'den üç puanla gelirken, birinci taktikleri "akıllı
ve sakin" kalmaktı.
Aynı duyguyla karşılık verdiklerinde penaltıyı da kazandılar,
rakibin 10 kişi kalacak hatayı yapmasını da sağladılar.
İşler yolunda gidiyordu.
Alper Potuk sahanın yıldızıydı ama Moussa Sow ile
Aatıf da Fenerbahçe'yi dokuz kişi oynatıyordu.
Sayıca eksik olan Bursa takımı olsa da Fenerbahçe bunu avantaja
çeviremediği gibi, ikinci 45'te iki hamle dışında pozisyona bile
yaklaşamadan bitirdi maçı.
Yine de kazanabilirlerdi. Hakem Halil Umut Meler, yardımcısının
eyyamına uymasaydı eğer. Vücuda kapalı olan kola çarpan
topa böyle bir penaltıyı Yıldırım Demirören, pardon Fikret
Orman; yine pardon, ancak maçı berabere bitirmek isteyen
biri verebilirdi.
Fenerbahçe'yi eleştirebiliriz ama bir gün önce Beşiktaş için
kırmızı kartlar çıkmazken bir gün sonra böyle kararlar veriliyorsa,
kimse Aziz Yıldırım'a, Mahmut Uslu'ya kızmayacak.
Bir sözümüz de Bursaspor taraftarına.
Küfür-kıyamet bir kenara, ellerindeki her şeyi sahaya
fırlatmayı, takımlarına destek olarak görmeleri
anlaşılmaz.