Maç öncesinde iki teknik adamı karşılaştırırken, "Jesus futbolu, Okan Buruk ise Süper Lig'i biliyor" dedim. Çünkü büyük maçların "ruhu" vardır ve bu şifreleri en iyi çözen hoca da takımına istediğini yaptırır. Üçüncü yerliyi bulmak için uğraşan Okan Buruk, Kadıköy'e dört Türk ile geldi. Jesus takımın en değerlisi İrfan Can'ı kulübede oturttu. Bu rekabetin ne demek olduğunu iyi bilen oyuncuların gösterdiği çaba veya reflekslerle dengeleri bozabiliyorsunuz. Barış Alper'in ön tarafta her yere koşturup, Kerem'i bek gibi oynatıp, hızlı atak başlangıcında görevlendirmesi bu yüzdendi. Bir 45 dakikayı Galatasaray'ın ne yapacağını seyrederek geçirdi Jesus. Trabzon'da aynı analiz ile oyunu rakibe verip, liderliği kaybetti. Zirveyi kazanması gereken maçta da aklını–fikrini sahaya koymadı. Hızlı hücumcularını hem geriye koşturtup hem de Fenerbahçe defansının arkasına sızdırma planını tıkır tıkır işletti Galatasaray. Merkezi kalabalık tuttu, tıpkı üç hafta önce Trabzonspor, daha önce Başakşehir'in yaptığı gibi... Kornerlerin hepsine rakip dokundu. Aynı bölgeye, aynı şekilde...