F.Bahçe için lig yeni başladı. Takım oluyorlar, gelişiyorlar ve Anka Kuşu gibi küllerinden doğuyorlar.
Aslında en güzel yorumu Riekerink yaptı; "Ayıyı vurmadan postunu
satamazsın" dedi. Florya'da hazırlanırken, Seyrantepe'den otobüse
binerken veya mikrofonlara konuşurken, "Kazanacağız" demek kolay ve
iddialıydı. Ama o zemine çıkıp da 50 bin kişinin gözüne
baktığınızda, bir anda konuşulanlar-söylenenler unutuluyor. Nasıl
ki 17 yıl önce Kadıköy'e gelenler bu hissi tattı, her Galatasaray
oyuncusu gibi bu kadro da geçmiştekilerin duygularını anladı.
Elimizde 18 yaşına gelmiş, reşit olmuş hatta "oy" hakkını kazanmış
bir rekabet var. Dursun Özbek'in dediği "sürprize" kapalı,
psikoloji sınavı sorularında yer aldığı anlamında; "öğrenilmiş;
çaresizlik"...
Teknik adamlar maç öncesinde görevler verdiler, tahtaya isimler
yazdılar, eşleşmeler yaptılar. Hafta içinde taktik çalışıp, duran
top organizasyonları için planlarını da anlatmışlardır.
Ama hesapta olmayanların hikayeye mürekkep sürdüğü bir maça
çıkıyorlardı.
Alper tercihi ile rakibin en önemli atak yönüne dinamizm koyan
Advocaat, ilk golün müthiş pasının bu oyuncudan gelmesini
beklemiyordu belki de. Sarı kartını sırtına alan Carole, Şener'e
yol verirken, Van Persie "yürümek" için kullandığı sağ ayağı ile
topu tavana astı. Alın size hiçbir maç analistinin dile
getiremeyeceği bir senaryo.
Golü atıp, soyunma odasına gitmek nasıl ki Fenerbahçe için maçı
kazanmaksa, Galatasaray için yıkımdı. Çünkü "yine mi" endişesini
konuşacakları 15 dakika duruyordu önlerinde. Maç bittiğinde
Galatasaray adına kaçırılmış gol fırsatı yoktu notlarımızda.
Bu kadar zayıf, inanmayan ve başaramayan bir ekip olarak ayrıldılar
stattan.