İlk 20 dakikadaki Beşiktaş baskısının verdiği mesaj netti; burada kazanan ben olurum. Devre golsüz bittiğinde 65'e 35 olarak belirlenen topa sahip olma oranı ile maçın Galatasaray adına "hiçlik" ile geçtiğini de görebilirsiniz. Şampiyonlar Ligi'nin tozunu yutmuş oyuncuların, rakiplerinin yüzlerini bile döndürmeden topu kapıp, yeniden ve defalarca hücum ettiğini izliyorduk. Galatasaray adına düşen sadece savunmak veya savurmak oldu.
Şenol Güneş'in Oğuzhan tercihini de anladık bu görüntüde. Daha çok orta saha, topa daha çok sahip olmanın anlamıydı. Talisca'nın planlanan baskıdaki verimini sorgulayabilirdik. Derbinin anahtarını topa hükmetmede görerek, en çok eleştireceği noktandan, en doğru kararını verdi Şenol Hoca. Bu bölümde tartışılan kararlar vardı; özellikle de Fernando- Oğuzhan pozisyonundaki penaltı yorumu. Ben Fırat Aydınus'tan yanayım, Fernando'nun ayağını kaçırdığını, Oğuzhan'ın da takılmaya çalıştığını gördüm. Yani; tuzağa düştü aslında.
Muslera'nın ikramıyla birlikte, devrenin golle başlaması, aslında maçı da bitirdi. Kurgusunu gol yemeden, hızlı atağa bağlayan bir düşüncenin, tam tersine dönmesi gerekiyordu. 40 bin taraftarı önünde Beşiktaş'ın buna izin vermek gibi bir niyeti olamazdı. Quaresma'nın yetenekleri doğru vuruşu da içerseydi, Tudor'un Başakşehir maçı sonrasında olduğu gibi, "Rakip aslında hak etmemişti, Queresma'ya yenildik" gibi bir cümlesini de duyabilirdik.
İyi oyunculardan kurulu olmasına rağmen, takım olarak çok geride kalmanın bedelini, zorlu maçlarda ödüyor Galatasaray. Düne kadar "Lideriz" diyerek dik durmaya çalışıyorlardı, bugün Başakşehir ne yapacak diye bekleyecekler. Onlardan 5 gol yemişlerdi, şimdi tabelada "3" yazıyor. Üstelik fatura kesip, kendilerini kurtaracakları hakem de yok ortada.