Aslında, Schalke'nin deplasmanda kazanmasıyla birlikte, maçın
yönü de belli oldu. Porto kazanmak zorunda, Galatasaray için ise
bir puan mükemmel olacaktı.
Fatih hoca, Eren Derdiyok'un tıbbi sorunu olmadığını açıkladığında,
bir anda statik forvet muhtemel on birlere girdi. Ama plan, tempolu
oyuncular (Rodrigues, Sinan, Onyekuru) üzerine birkaç gün önceden
kurulmuş gibiydi. Üstüne gelen rakibi, hızlı oyuncuları ile
avlayabilirlerdi.
İlk 45, iki takıma da dengeyi bozma fırsatı verdi. Sinan'ın
vuruşlarında bir şanssızlık, bir de Casillas hamlesi vardı. Muslera
da Porto forvetlerinin karşısına dikilmişti. Porto'nun pas hızı ve
isabeti atak üstünlüğünü ev sahibine verdi ama özellikle
Fernando'nun orta sahadaki doğrularıyla, top Galatasaray adına da
hücuma şekilleniyordu.
Ama hepimizin gözü Belhanda'nın üstündeydi aslında.
Üç forvetten birine top atması gerekiyordu, bu rol bir türlü
Belhanda'ya gelmedi. Selçuk ile yer değiştirdiğinde de maçın
"yokları" arasındaki yerini aldı.
Geçen sezondan bu seneye de sarkan duran toplardan gol yeme
rahatsızlığını değerlendirdi rakip. Israrla adam adama bekleyen ve
hata ısrarından da taviz vermeyen bu savunma şekline neden devam
edilir, alan savunmasına neden dönülmez, anlaşılır değil.
Yine de eşitlik varken üç puanın, geriye düştüklerinde de
beraberliğin etrafında dolaşan bir Galatasaray seyrettik. İki
takımın da defansif sıkıntıları maçın en görüneniydi ve İstanbul'da
"kazanırız" duygusu, bu yenilginin tek kazancıydı.