Mustafa Koç'un vakitsiz, gerçekten çok iç acıtan ölüm haberi ulaştığında James Agee'nin bu yazıya başlık seçtiğim roman adı aklımdan geçti. Derken haber Türkiye'yi boydan boya sar(s)arken bize hayli zamandır unuttuğumuz bir araya gelme refleksimizi hatırlattı. Bu çok ilginç bir durumdu. Mustafa Koç ne bir futbolcuydu ne bir dizi oyuncusu. Gene de herkes bu ölümü benliğinde yaşadı.
Ülkenin en zengin insanının ölümü karşısında duyulan bu teessürün daha derin anlamları olmalı. Hele ki, Türkiye, servet ve sermaye denen kavramlara bugün bile bunca uzak ve bunca yabancıyken... Biz zengini az, sermayesi olmayan, servetten korkan bir toplumuz. Buna rağmen Mustafa Koç'u toplum bağrına basmış. Nedenini uzun bir parabol çizerek anlatayım.
***
Gösterilen ilginin ve duyarlılığın başında bu ölümün Koç ailesine, temsil ettiği tarih ve sanayi birikimine duyulan saygı geliyor. Vehbi Koç'la başlayan bu muazzam serüven ne yazık ki, ortada bulunan tüm kitapları üst üste koysanız da göreceksiniz ki, yeterince bilinmiyor. Eldeki malzeme 1920'lerde başlayan o tarihi anlatabilmekten çok uzaktır.
Bu tarih her boyutuyla etkileyicidir. Babamın Koç şirketleriyle avukatlık ilişkisi içinde bulunmasından yararlanarak bir keresinde bir araya gelip Vehbi Koç'a, o zamanların verdiği pervasızlıkla, 'bunca işi yapacak bunca aklı nereden buldunuz' diye sorduğumda bana 'benim bir tek aklım vardı: akıllı insanları bulmak, akıllı insanlarla çalışmak' demişti.
O akıllı insanlar, 1980'lere kadar hep devlette yetişmişti. Gene, bir başka konuşmada, ilk defa yazıyorum, 'devlette yükselmiş bütün yetenekli insanlarla çalıştım, bir tek Demirel'le olmadı, o da Başbakan oldu' demişti. Meğer Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünden ayrıldıktan sonra hemen ona teklifte bulunmuş. Demek ki, 'akıllı insanla çalışmak' önce onu bilmeyi, bulmayı gerektiriyor. Vehbi Beyde önce bu büyük deha vardı.
Yakup Kadri, Panorama isimli romanında Anadolu'daki insanların servet ve zenginlikle bir garip ilişkisi olduğunu belirtir. Zengin kendisini yoksul, yoksul kendisini varsıl gösterir der. Bu üstünde çok düşündüğüm İslam ahlakından ve dünyayı kavrayışımızdan gelen bir 'asimetri'dir ve hayatımızın her noktasında mevcuttur.
Vehbi Koç Bey bu asimetriyi kullandı ama onu yozlaştırmadı. Toplumun içinden çıkmış, onunla iç içe bir insan kimliğini zorlamayla değil, gerçekten onu yaşayarak oluşturdu. (1960'ların Erdek yılları. Her akşamüstü kaldığı motel- pansiyon arası çok mütevazı yerin bahçesinde oturan Vehbi Beyin 'herhangi bir insan' olarak portresi...)