Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti birkaç senedir Sykes-Picot haritasını sorguluyor, emperyalistlerin “Böl ve yönet” siyasetinden mütevellit ülke hudutlarının sun’î olduğunu vurguluyor ve Ortadoğu denilen bu topraklara giydirilen deli gömleğini parçalama temayülü sergiliyor.
Bölgesel birliğin ihyasına matuf olan bu tavır yüzde yüz doğru bir tavır.
Birliğin ihyasına ilişkin “komşularla tam entegrasyon” söylemi de yüzde yüz doğru bir söylemdi.
Misak-ı Milli’ye vurgu ise bana o kadar doğru görünmüyor.
“Kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok”un inandırıcılığını sorgulatmaya ve Türkiye’nin manevra sahasını daraltmaya el veren bir söylem bu.
Halep yahut Musul’un Misak-ı Milli sınırlarına dahil olduğunu vurguladığımızda fitne-fesat ehlinin eline koz verip “Türkiye buraları kendi topraklarına katmak istiyor, bölge halklarının selameti bahane” tezviratına çanak tutmuş oluyoruz.
Türkiye’nin mevcut sınırlarına elbette kendi isteğimizle çekilmedik ve büyümeyi elbette arzu ediyoruz; ama komşu ülkelerin topraklarını onların elinden alarak değil, onların topraklarıyla bizim topraklarımızı -aslında hepimizin müşterek topraklarını- birleştirerek.
Tercih edeceğimiz söylem, bunu en ufak bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ifade eden bir söylem olmalı.
Erdoğan’ı tanıyorum, biliyorum; “Misak-ı Milli” derken ulus devlet sınırlarımızı genişletmeyi değil bölge halklarının birliğini yeniden üretmeyi kastettiğini anlamıyor değilim; aslında Misak-ı Milli’nin zaten bölge halklarının müşterek misakı olduğunu da müdrikim; yine de, son asrın zihinlerde meydana getirdiği büyük tahribat göz önünde tutularak, yeni ‘formülasyonlara’ teveccüh etmek gerektiği kanaatindeyim.
Üstad Sezai Karakoç, bölge ülkelerinin “