Alman millî takımından istifa eden Mesut Özil biraderimiz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la çektirdiği fotoğrafları ve dahî oynadığı futbolu gölgede bırakan büyük bir tartışmayı ateşledi. Tartışmanın bir tarafında ırkçılık meselesi, öbür tarafında entegrasyon meselesi var. ‘Tamam, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı meselesi ile yüzleşelim; ama bu meseleyi büyüten entegrasyon meselesini de görmezden gelmeyelim’ deniyor. Sonuçta yine ırkçılığın, en azından kültürel ırkçılığın değirmenine su taşınıyor. Naçiz kanaatim o ki, Avrupa’da en masumuna görünümlü entegrasyon edebiyatı bile ‘öteki’yle makul bir zeminde anlaşma temayülünü değil onunla her hâlükârda didişme temayülünü yansıtıyor. Bu hususta seneler evvel yaşadığım bir tecrübeyi Karar okurlarıyla paylaşmak isterim. *** Beni de muharrirden sayıp bir grup muharrirle beraber Hollanda’ya davet ettiler; bazı mahalli idarecilerle ve bilhassa bir nevi bakan vazifesi gören belediye entegrasyon mesulleri ile görüştürdüler. Mezkûr zevat mütemadiyen ‘Olmuyor, olmuyor’ deyip durdu. Bizim Türkler ve sair Müslümanlar entegrasyona mütemayil değillermiş. Bir de, yan gelip yatarmış bizimkiler; çalışmadan maaş alırlarmış devletten, sosyal güvenlik sistemine yük teşkil ederlermiş.