MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a İsrail adına taarruz ettiği ana kadar FETÖ’nün hedef gösterdiği herkesi Ergenekoncu olarak görür, Zekeriya Öz’ün hikmetinden sual eylemez, FETÖ medyasının haysiyet cellatlığına maruz kalan entelektüellere, siyasetçilere, bürokratlara, gazetecilere, iş adamlarına bir tekme de biz atardık.
Onlar, inlerinde toplanıp “Bugün şuna çamur atalım, yarın buna iftira atalım, hepsini çatır çatır harcayıp ortalığı iyice temizleyelim ki mutlak iktidarımıza giden yolda önümüze çıkacak kimse kalmasın” diye tezgâhlar kurar, biz de Vatan-Millet-Sakarya heyecanıyla onların tezgâhına bir güzel gelirdik.
Emniyet teşkilatı yahut TRT’de mevcut ve potansiyel rakiplerini en iğrenç yöntemlerle bir bir tasfiye ettiklerini, iş dünyasını haraca bağladıklarını, ona buna şantaj yaptıklarını işitmiyor değildik, fakat bu memleketi darbecilik belasından kurtarıyorlar diye onlara öyle bir muhabbet ve minnet duyuyorduk ki hoş görüyorduk ‘buncağızı’.
Bazılarımız da onların itibar suikastına uğramaktan korktuğu için susmayı tercih ediyordu.
Sessiz kala kala FETÖ’nün pervasızlığını büyüttük.
Bugün de buna benzer bir durumla karşı karşıyayız.
***
Tıpkı FETÖ gibi, siyaset, bürokrasi, basın-yayın, iş dünyası ve elbette sosyal medyadaki nüfuzunu fitne-fesat tezgâhları için kullanan ahlaksız, fıkıhsız, ölçüsüz bir ekip var.
Bu ekip güya “Reisçi” ve ne yapıyorsa güya millilik adına yapıyor.
Ona buna saldırırken FETÖ ve cümle hainlerle hesaplaşmaktan başka dertleri yok güya.
Gerçekte ise, “Reis”i kimseyle paylaşmak zorunda kalmayacakları ve ilerisi için kendi ‘abi’lerinden başka hiç kimsenin iktidar namzedi olamayacağı bir ortam oluşturmaya çalışıyorlar.
O nedenle, FETÖ’den ziyade kendi camiamızın insanlarına saldırıyorlar.
Sağda solda “İslamcılık belasından kurtulmak”tan bahsediyorlar.
Bu yolda (Aklıma “Flamingo Yolu” geldi şimdi) ayıp, günah, haram tanımıyorlar.
Ne kadar rahat iftira atabildiklerini ve iftiralarının ne kadar korkunç olabileceğini bizzat tecrübe ettim; ne dediğimi biliyorum.
Kimi zaman bir medya grubunun karargâhında, kimi zaman Boğaz’daki bir yalıda, kimi zaman bir milletvekilinin yazıhanesinde toplanıp “Bugün İbrahim Karagül’ü gömelim, yarın İHH’yı bitirelim, öbür gün sözümüzü dinlemeyen falanca iş adamının tepesine binelim, Ahmet Davutoğlu’na zaten 7/24 saldıralım” diye fitne-fesat planları yapan ve planlarını akılalmaz derecede insafsızca uygulayan bir nevi İstiklâl Mahkemesi bu.
Suret-i haktan görünüyorlar, adaletin tecellisi için çırpınıyormuş gibi yapıyorlar, yerlilik ve millilik davasının bayraktarı ayaklarına yatıyorlar; ama, İstiklâl Mahkemelerinin istiklâl davasıyla ne kadar alakası vardıysa, bu ekibin de hak ve adaletle, yerlilik ve millilik davasıyla ancak o kadar alâkası olabilir.
***