İkinci Cihan Harbi’nin (yahut emperyalist paylaşım savaşının) son günleriydi.
Almanya’nın gardı çoktan düşmüştü.
Teslim bayrağını çekmesi an meselesiydi.
Almanya’dan intikamın dibini bulmak isteyen ABD ve İngiliz hükümetleri, o bayrak çekildikten sonra ellerinin kollarının bağlanacağı düşüncesiyle, düşmanın sanayi şehirlerinden Dresden’i çabucak ‘aradan çıkarmaya’ karar verdiler.
Dresden, orada tutulan savaş esirlerinin başındaki birkaç Alman askeri sayılmazsa, askerden tamamen arındırılmış bir şehirdi.
Ne gam!
Müttefikler, tarihin yazdığı en şiddetli, en acımasız, en korkunç hava bombardımanlarından birine tuttular Dresden’i.
Yeni geliştirdikleri yangın bombalarıyla yakıp kül ettiler.
Binlerce sivil öldü. ABD’li ve İngiliz savaş esirleri de.
Alman kökenli ABD’li romancı Kut Vonnegut, “Mezbaha No:5”te çok fena anlatır Dresden bombardımanını.
Kitabın ilgili bölümünü okurken içiniz öyle acır ki başınızı Dresden’in taşına dayayıp hüngür hüngür ağlamak istersiniz.
Sonra da şefkatle okşamak istersiniz Dresden’i, içinizin parçalandığını belli etmeden, “Geçti canım, geçti artık” diyerek.
***
Gelin görün ki Dresden, mazlumiyet abidesiyken, son senelerde zulüm abidesi oldu çıktı.
Almanya’da yabancı düşmanlığının başkenti neresidir sorusunun cevabı oldu.
Irkçı ve Müslüman düşmanı PEGIDA hareketinin en kuvvetli olduğu yer.
Yabancılara, bilhassa Müslümanlara, hassaten de Türklere öfkenin ayyuka çıktığı şehir.
“Önümüze bir Müslüman çıksa da iflahını kessek” ihtirası içinde devriye gezen beyzbol sopalı ve bıçaklı Neonazilerin merkez üssü.