Lise 1’de üç sene takıldım, Lise 2’yi bir müdür yardımcısının iteklemesiyle zar zor geçtim, nihayet Lise 3’ün ikinci haftasında okulu bıraktım.
Lise 2’deyken Almanca mütercimi olarak Zaman gazetesinde işe girmiştim (Sene 1986, aylardan aralık. Fethullah Gülen daha gazeteyi ele geçirmemişti). Birkaç ay içinde sayfa sorumlusu oldum. Mart 1987’de -Werner Hugo mahlasıyla- ilk köşe yazım neşredildi. Bir mesleğim vardı artık. Hiç hazzetmediğim okul hayatına ne diye devam edecektim ki? Üstüne Ivan Illich’in “Okulsuz Toplum”u ile Pink Floyd’un “Another Brick In The Wall”u da gelince ‘Bana müsaade’ deyip tasdiknamemi aldım. Hatta, bilmem hangi resmî işlem için ihtiyaç duyuncaya kadar ona bile tenezzül etmedim.
Gazetede patronum, Nabi Avcı’ydı. Erol Göka da gazetedeydi. İkisi beni bir kenara çekip “Yapma, etme” dediler. Yaptım, ettim. Erol Göka’nın “Sana kız vermezler” tehdidi de kararlılığımı sarsamadı. Yalan çıktı zaten; bal gibi de evlendim, heh he!
***
Herkes kendi hikâyesini yaşar. Ben öyle yaptım diye herkese okulu bırakmayı telkin edecek değilim. Alim lazım, doktor lazım, subay lazım, mühendis lazım; bilmez miyim? Makul iş/geçim imkânlarına sahip olan ve okulun altından kalkamayan gençlerin ebeveynlerine “Zorlamayın çocukları” demekten imtina etmem ama. “Herkes diploma sahibi olsun” anlayışını manyakça buluyorum.
Güzel bir çiftliğiniz veya tamirhaneniz varsa, işleriniz iyiyse ve çocuğunuz da işinize yarıyorsa, öyle aman aman bir okuma istidadı da göstermiyorsa, “Onu ille de diploma sahibi yapacağım” diye tutturmanız gerekmez. Dinini doğru dürüst öğrenmesini, ahlaklı davranmasını, adab-ı muaşerete riayet etmesini, yardımsever ve misafirperver olmasını sağlayın (kaideyi bozmayan istisnalar hariç, okullar bu işlere hiç yaramıyor) ve bırakın da yanınızda kalsın; iyi bir çiftçi veya tamirci olarak yetişsin.