Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin şu meşhur bildirisi, benzerlerini köşe yazısı olarak on yıllardır okuduğumuz bir metin. Ortalığı ayağa kaldırabilecek bir şey değildi aslında. İktidarın aşırı tepkisi olmasaydı hatırı sayılır bir gündem teşkil edemez ve yayımlandıktan birkaç gün sonra unutulup giderdi. Üç senedir bu bildiriyi konuşuyoruz. Daha doğrusu, bu bildiriyi imzalayan akademisyenlerin başlarına gelenleri konuşuyoruz. İyi mi oluyor? Devletin şerefine şeref mi katılıyor? Özgürlükçü demokrasilerde insanlar ileri geri konuşabilirler kardeşim. Afaki bir barışçılık adına şu veya bu gerekçeyi ileri sürerek terörle mücadeleye çamur da atabilirler. ‘Yuh!’ dersin, ‘Pes!’ dersin; ama ortada şiddete çağrı filan yoksa kolluk kuvvetlerine ve yargıya müracaat etmezsin özgürlükçü bir demokraside. Yanlış ve sakıncalı bulduğun söze karşı kendi sözünü söylersin. Kendine güvenmiyor musun? Haklılığına güvenmiyor musun? Maşeri vicdanı harekete geçirecek argümanlarını koy ortaya! O sözün sahiplerini mahkûm ettir; ama mahkemelerde değil, maşeri vicdanda! *** Söz konusu bildiriye imza atan akademisyenler gözaltına alındı, tutuklandı, “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak”tan ve ayrıca “terör örgütü propagandası yapmak”tan yargılanıp mahkûm oldu.