Arafat’tan Mekke’ye dönen binlerce bedevi arasında, yeri göğü gürleten bir koşuda devemi sürüyorum. Yeri göğü sarsarak dört nala giden develerin karşı konmaz dalgalar arasında şimdi bir zerreyim ben. Rüzgarda birer trampet gibi havayı döven kabile bayrakları; havayı yırtarcasına haykırılan kabile isimleri, mahalli naralar: “Ya Ravga, Ya Ravga!” diye bağırıyor Atayba kabilesinin adamları. “Ya Avf, Ya Avf!” diye karşılıyor bunu Harb kabilesi. Ve öteden, ilerleyen kasırganın ucundan “Şamar, Ya Şamar!” narası yetişiyor hemen. Ovada gürüldeyerek, uçarak ilerliyoruz. Dur durak bilmeyen bir coşku içinde rüzgarda uçuyoruz. Ve rüzgar kulağıma sevinçle dolu bir zafer şarkısı fısıldıyor: “Artık bir daha hiç, bir daha asla bir yabancı olmayacaksın!” Sağımda kardeşlerim, solumda kardeşlerim; hiç birini tanımıyorum, ama hiç biri yabancı değil bana. Bu keyifli yarışta, aynı denize doğru koşan küçük dereler gibiyiz. Geniş bir dünya açılıyor önümüzde.