Mustafa Çalık’la 1989 senesinde Ankara’nın Kızılay semtindeki bir yazıhanede tanıştık. Türkiye Günlüğü dergisinin ilk sayısını hazırlıyordu. Ben de –Nihat Genç’le beraber- Çete dergisiyle meşguldüm o günlerde. Yaş yirmi, havalar bin beş yüz; büyüklerimize meydan okumayı marifet bellediğim günler… Hadi, Mustafa Çalık’a da meydan okusana! Ne gezer? O konuştu, ben ağzım açık dinledim. Enfes Türkçesine ve belagatine çarpıldım çünkü. Bir imparatorluk genişliğindeki müktesebatına da çarpıldım. Osmanlı saray terbiyesi ile yağız Anadolu yiğidi edasını öyle şahane bir şekilde mezcediyordu ki, ona da çarpıldım. Ve idealistliğine. Ve bitmek bilmeyen coşkusuna. Ve gediğine koyulmadık taş bırakmayan nüktedanlığına.