Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, geçen hafta Tahran’da İran Dünya İslamî Mezhepleri Yakınlaştırma Müessesesi Genel Sekreteri “Ayetullah” Muhsin Araki ile görüşmesinde “Aramızdaki müzakereleri bir adım öteye götüreceğiz… Türkiye ve İran olarak ümmetin istifadesine sunabileceğimiz çok iş ve hizmet var…” dedi. Muhsin Araki’yi tanımıyorum, günahını almak istemem; ama İran’daki Hamaney idaresinin Şiilerle Sünniler arasındaki çatışmalardan muzdarip olduğuna ve bu çatışmaları bitirmeyi samimiyetle arzu ettiğine inanmıyorum. Yine de Erbaş ve arkadaşlarının İranlılarla müzakerelerinin bereketli olmasını dilerim tabii. *** Bu vesile ile, Şii-Sünni yakınlaşmasına ilişkin literatüre bir göz atalım: “Allahu Teala’ya inanan ve Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’e son peygamber olarak iman getiren, Kur’an’ı ilahi kitab, Kabe’yi kıble olarak kabul eden ve beş maruf rükünlere iman getiren, ahirete iman edip dinin tartışma götürmez kesin hükümlerini tatbik eden her şahıs Müslüman sayılır. ” (1947’de İhvan-ı Müslimin lideri Hasan El Benna’nın da katkısıyla Mısır’da kurulan “Dar-ut Takrib”in Sünni ve Şii kurucuları) “Ben her ne kadar birçok farklı meselede Şia’dan farklı düşünüyor ve amel ediyorsam da bu benim bu düşüncemi din olarak kabul etmemi ve karşı tarafı günahkâr saymamı gerektirmez; aynı şekilde de Ehl-i Sünnet mezhepleri içerisindeki farklı düşünceler için de bu böyledir. ” (Muhammed Gazali) “Tağutların Müslümanlara zulmettiği, onları baskı altına aldığı yer ve zamanlarda Müslümanlar mezhebî ihtilaflara önem vermezler (vermemelidirler). Birbirlerinin sorunlarına, mazlum arkadaşlarının dertlerine ortak olurlar (olmalıdırlar). Şüphesiz bizler düşmanın Müslümanlar arasında tefrika çıkarma planlarını boşa çıkarabiliriz. Gerçekten de çeşitli mezheplerin varlığının hiçbir zararı yoktur.