Roma’da bir giyim mağazasında arkadaşımla Türkçe konuştuğumuzu duyunca heyecanla yanımıza yaklaşan bir tezgâhtar, gencecik bir delikanlı, bozuk bir Türkçeyle Türkiye’den mi geldiğimizi sordu. Evet dedik, gözleri parladı. Kendisi de Türkiye’denmiş. Seneler evvel İtalya’ya göç etmiş olan Süryani bir aileye mensupmuş. Teferruatına girmek istemediği bazı problemler yüzünden göç etmişler. Göç sırasında küçük bir çocukmuş daha. İtalyan toplumunda büyüdüğü ve İtalyan okullarında okuduğu için ne yazık ki Türkçesi yetersizmiş, kusura bakmamalıymışız. ‘Ne kusuru?’ dedik, ‘Sen de Türkçen de başımız gözümüz üstüne’. Zaten lisan-ı hali yetiyordu Türkiye’ye ve Türkiyelilere muhabbetini ifadeye. *** Gaziantep’te Dicle-Fırat havzası ile ilgili bir konferansta, bu havzanın rengârenkliğini üstüne titrememiz gereken bir zenginlik olarak anlatırken Süryanilere de iltifat etmiştim.