İslam diyarları bir bir işgale uğruyordu. Osmanlı dağılıyordu. Hilafet can çekişiyordu. Müslümanlar, uluslararası sistemin şamar oğlanına dönmüştü. Düzen fena halde bozulmuştu. Feci bir çöküş yaşayan İslam toplumu, öz güvenini ve özgünlüğünü kaybediyordu. Siyasi, içtimai ve iktisadi hayat hızla Frenk tesiri altına giriyordu…
İstanbul’da, Kahire’de, Cezayir’de kimi alimler ve münevverler, bu gidişi durdurmak, İslam aleminin vahdetini ve kuvvetini yeniden üretmek, Müslümanların özgünlüğünü ihya etmek, İslam toplumuna düşen Frenk gölgesini kaldırmak için fikir ve aksiyon planında soylu bir mücadeleye giriştiler.
Nesilden nesile geçen bu ıslah ve ihya hareketinin mensupları İslamcı diye anıldı, anılıyor.
İslamcı diye anılmasalar olmaz mıydı? İlle de gerekiyor mu böyle bir tanım? Tabii ki tartışılabilir ve öteden beri tartışılıyor zaten. Şimdi konumuz o tartışma değil. Konumuz, bazı AK Partili ve sözüm ona “Reisçi” çevrelerin gittikçe artan bir diş gıcırtısıyla sergiledikleri “İslamcı” düşmanlığı.
İslamcılık başımızın belasıymış, bu arkadaşlara göre. Yerli değilmiş, gayri milli imiş zira. İhvan-ı Müslimin’e takılanlar, Hasan El-Benna’nın Risaleler’inden etkilenenler Türkiye Müslümanlığını ifsat etmişler. Yerlilik, millilik İslamcılar yüzünden irtifa kaybetmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, İslamcılık’tan fellik fellik kaçmalıymış. Yerli ve milli siyasetin yükselişi ancak İslamcı çelmeden kurtulmakla mümkün olabilirmiş. Falan filan.