AK Parti’nin kuruluş ilkeleri (Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları temsil eden “3Y” ile mücadele, tam demokrasi, hakiki hukuk devleti, kamu yönetiminde şeffaflık, hem parti hem de devlet kadrolarında ehliyet ve liyakatte ısrar, lider oligarşisine geçit vermeyen çoğulcu siyaset anlayışına / istişareye dayalı parti içi demokrasi vs, vs, vs) baş göz üstüne; ama AK Parti’nin bidayetteki AB/ABD ekseninden ibaret dış politika vizyonu, Fukuyama’nın ‘Batı paradigması küreselleşti, tarihin sonuna gelindi’ tezine selam çakma halleri bence yadırgatıcıydı. (O günlerde Gerçek Hayat dergisine yazdığım bir yazıda “Batı’sız bir dünya tasavvuru yanlıştı, ama Batı’dan ibaret bir dünya tasavvuru da yanlış. İfrata da tefrite de hayır!” dediğimi hatırlıyorum.)
Sonra AK Parti iktidara geldi ve Ahmet Davutoğlu girdi işin içine; Avrupa Birliği ve genel olarak Batı’yla iyi ilişkileri korumakla ve geliştirmekle beraber, onları Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika ve Rusya açılımlarıyla dengelemeyi vazeden “stratejik derinlik”.
2003’ten 2009’a kadar Başbakan Dış Politika Baş Danışmanı, 2009’dan itibaren de Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Davutoğlu’nun nüfuzu arttıkça AK Parti iktidarının dış politikası olgunlaştı, ülkemizin manevra kabiliyetini artıracak şekilde çeşitlendi ve güzel bir dengeye oturdu.