Geçen Pazartesi günü bu köşede çıkan Tasvir-i efkâr başlıklı yazımda AK Parti’nin oy kaybedeceğine dair tahminlerden bahsedip ‘Halbuki Erdoğan bugün hem cumhurbaşkanlığı seçiminde hem de milletvekili seçimlerinde yüzde 60’a varan bir perspektife sahip olabilirdi’ dedim ve iktidara yönelik eleştirilerimi böyle bir çerçeve içinde sundum. Yanlış bir çerçeve. Düzeltiyorum: Esas mesele, tabii ki, oyların / gücün azalması değil haklılığın azalmasıdır. Esas dava, tabii ki, oyları / gücü korumak ve arttırmak değil haklılığı ihya etmek olmalıdır. O yazının bir yerinde belirttiğim gibi, AK Parti iktidarı “hürriyet ve adaletle ilgili sorunların çözümünü temsil etmekte iken, bu tür sorunların hatırı sayılır bir kısmını temsil eder hale geldi. ” (Mesela, iktidara muhalif fikirler kolayca ‘kriminalize’ edilebiliyor ve bunu kanıksayan -hatta ‘Falanca yazar iktidarı eleştirdiği halde niye tutuklanmadı?’ diye sorabilen- bir ‘partizan’ nesli yetişiyor; içeriden eleştirilerin bile şu veya bu şekilde ‘intikamı’ alınarak sorgusuz sualsiz itaat kültürü dayatılıyor; belli başlı bütün medya grupları üzerinde hakimiyet kurularak tek seslilik –yahut ‘muvazaalı çok seslilik’- temin edilmeye çalışılıyor. . . Mesela, FETÖ’yle mücadelede kurunun yanında yaşın da yakılması adeta kaide haline geldi; “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” bilgeliği ayaklar altında…) Bu durum AK Parti’ye oy kaybettirmek yerine oy kazandırsaydı da yine utanç verici bir durum olacaktı. Öte yandan, AK Parti haklı olduğu hususlardan ötürü ve haklılığını hakkıyla anlatmasına rağmen oy kaybetseydi, bu kayıptan şeref duyabilirdi.