Avrupa dünya ekonomisinde, sosyal ve kültürel hayatında büyük etkiye sahip olmakla birlikte siyasi arenada gittikçe güç kaybediyor. Almanya’da Angela Merkel’in başbakanlığı sonrasında ne olacağını kimse bilmiyor. New York Times Gazetesi’nin ifadesiyle “zombi” şeklinde görev yapmaya çalışan Alman hükümeti paralize olmuş durumda. İngiltere’deki Brexit krizi tarihin en büyük skandallarından birine dönüştü.
Bu kadar yüzyıllık devlet geleneği olan koskoca İngiltere sorunu çözemiyor. Brexit yumağında debelenip duruyorlar. Avrupa’nın dördüncü büyük ekonomisi durumundaki İtalya’da da durum çok kötü. Popülizm ve ırkçılık arasında sıkışık kalan ülke dümeni kilitlenmiş gemi gibi sürükleniyor. İspanya’da ise 4 yılda 4 hükümet kuruldu, istikrar sağlanamıyor. Katalan ayrılıkçılığı sorununun nerelere varacağını kimse kestiremiyor.
Fransa’nın da başlı başına bir “Macron meselesi” var. Her konuda büyük laflar eden ama neredeyse hiçbir söylediğini yerine getiremeyen bir lider portresi çiziyor. Ciddi uluslararası konularda Avrupa Birliği mutabakatı olmadan öne atılan ve “yalnız kurt” gibi davranan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a AB içindeki bütün liderler mesafeli yaklaşıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye ile 500 yıllık ilişkileri tehlikeye atacak şekilde PKK-YPG savunuculuğuna savunmasını bu savrulmanın en çarpıcı örneği olduğunu düşünüyorum.
★
Bugün Batı’da Türkiye karşıtlığının bu kadar büyük boyutlara ulaşmasında ırkçılığa ve popülizme teslim olmuş çapsız Avrupalı liderler kadar basının da büyük etkisi var. Son dönemde özellikle Alman ve Fransız basınında Türkiye hakkında yazılanları dehşetle izliyorum.