Türkiye uzun yıllardır açık ve örtülü ambargolarla karşı karşıya. Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında çok ağır bir ambargo kararı almış ve etkileri yıllarca sürmüştü. Türkiye’nin terörle mücadele amacıyla Suriye ve Irak’ta yürüttüğü sınır ötesi operasyonlar nedeniyle Kanada’dan Almanya’ya, İsveç’ten Fransa’ya kadar bir dizi ülke çeşitli düzeylerde yaptırım uyguluyor.
Türkiye’nin geliştirdiği ATAK helikopteri için motor, gemileri için parça verilmiyor. ALTAY tankından İHA ve SİHA’lara kadar birçok sistemde bu politikalardan ötürü ciddi sıkıntı yaşanıyor. Sorunlar bununla da sınırlı değil. NATO ittifakının FETÖ darbe kalkışmasındaki tutumu Türkiye’de derin hayal kırıklığına yol açtı.
NATO’nun kimi üyelerinin FETÖ’ye kol kanat gerdiği gibi bir görüntü oluştu. ABD, AB ve NATO “yaptırım kartını” Türkiye’ye karşı rutin bir dış politika aracı olarak uyguluyor. S-400 alımı nedeniyle ABD, F-35’ler dâhil bir dizi ağır yaptırım açıkladı. Türk-Yunan anlaşmazlığı ve Kıbrıs sorununda Batı yine benzer tutum içinde. Türkiye’ye yönelik yüksek sesli suçlamalar gelmeye devam ediyor.
YENİ TEHDİT ANALİZİ
Fransa’nın Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndererek Türkiye’yi baskı altına almaya çalışması Ankara’daki tehdit analizlerinin yeniden masaya yatırılmasına yol açtı. Avrupa Birliği, ABD ve NATO tarafından dışlanmaya devam eder ve sürekli ambargolarla karşı karşıya kalırsa Türkiye, çok radikal bazı arayışlara girebilir.
Nükleer silah konusu bunlar arasında. Türkiye, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”na (NPT) 1979 yılında imza atmıştı. Çok kapsamlı bu belge özetle, imzacı ülkelerin nükleer silah temini yoluna gitmeyecekleri yönünde bir taahhüt içeriyor. “Dünya beşten büyüktür” ifadesini sık sık tekrarlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen sene eylül ayında Orta Anadolu Ekonomi Forumu’nda ilk kez açık bir şekilde nükleer silah konusuna değinmiş ve özetle şunları söylemişti: