Avrupa ile bütünleşmek Osmanlı’dan bu yana öncelikli hedef olmuştur. Çeşitli kesintiler olsa da Cumhuriyet hükümetlerinde bu çizgi değişmedi. Son 20 yıl içinde bu konuda önemli gelişmeler yaşandı; en kritik aşama, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam üyelik müzakerelerinin başlamasıydı. Türkiye, yakın geçmişte tam üyelik için gerekli Maastricht ve Kopenhag kriterlerini karşılamak adına önemli adımlar attı.
Buna karşın Fransa, Avusturya, Hollanda ve Almanya gibi kurucu üyeler, Türkiye’nin dini, kültürel ve sosyolojik farkları nedeniyle AB’ye hiçbir zaman katılamayacağını savunmaya devam ettiler. Bazı başkentler ekonomik farka dikkat çekerken kimileri de Türkiye’nin AB tarafından absorbe edilemeyecek kadar büyük olduğu tezine sarıldılar. Bugüne geldiğimizde Türkiye’de AB konusundaki heyecan ve isteğin dip seviyelere ulaşmasında bu havanın etkisi büyük.
İki taraftan da kaynaklanan nedenlerle tam üyelik müzakereleri durmuş vaziyette. Türkiye de bu zaman diliminde yapmayı taahhüt ettiği birçok adımı atmadı, reform heyecanını kaybetti. Hatta bazı alanlarda ciddi gerilemeler yaşandı. Peki, bu durum bizi nasıl etkiliyor? Yanıt net: Çok olumsuz. Ne Gümrük Birliği ne de vizeler konusunda olumlu bir gelişme var.
Türkiye’ye ayrılan fonlar küçültüldü. Kalkınma ve insani yardım programları daraltıldı. Bu durum, dolaylı olarak Türk vatandaşlarının gelir düzeyinin ve yaşam kalitesinin düşmesine sebep oldu. Günümüzde Ankara ile AB arasındaki ilişki, “güvenlik” ve “mülteciler” başlıklarına indirgenmiş durumda. Bunun dışındaki hiçbir başlık konuşulmuyor bile. Türkiye, üyelik müzakereleri devam ederken AB’nin genişleme stratejisinden bir adım daha geriye düştü.
Yakın zamana kadar Balkan ülkeleri ve AB’ye aday ülkelerle aynı kategoride konumlandırılan Türkiye, katılım hedefi olmayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri sınıfına çekildi. Avrupa ile Ankara arasındaki tarihi ilişkilerin omurgası olan savunma işbirliğinde bile ciddi sorunlar var. Almanya dahil bir dizi ülke açık ve örtülü silah ambargosu uyguluyor.
Yaşananlar can sıkıcı ve bazen de umut kırıcı; ancak ülkemiz demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü değerlerinden kopmamalı. AB’nin ve Avrupa’nın bir parçası olmaya devam etmeli. Ankara ile AB’yi birbirine bağlayan unsurlar sağlamlaştırılmalı, Türkiye reform ajandasına geri dönmeli, Batı kamuoyunda hakim olan olumsuz yargıların kaldırılması için daha çok çalışılmalı, diplomasi ve iletişim yolları doğru ve yoğun kullanılmalı.