Son iki yazımda, vakanüvis Ahmed Vâsıf Efendi’nin ammeye Nizam-ı Cedid propagandası yapmak için kaleme aldığı Hülâsatü’l-Kelâm adlı risalesinde tarihî gerçeklikleri nasıl eğip büktüğüne ve nasıl muhayyel hadiseler icat ettiğine dair bazı örnekler verdim. Vâsıf Efendi’nin amacı kendi zamanındaki kapıkulu askerlerinin ve özellikle yeniçerilerin ne kadar bozulmuş olduklarını ve askerî bakımdan hiçbir değerleri kalmadığını göstermekti. Şehirde otuz iki çeşit esnaflık ile uğraşan bu askerler seferlere gitmiyor, gidenleriyse tüfeklerini birkaç kez boşalttıktan sonra kaçıyor, aralarındaki casusların propagandalarına kanıyormuş. Vâsıf’ın çizdiği karikatüre inanmak gerekirse bunların arasında, tüfeğine önce kurşunu sonra barutu koyanlar da varmış, belinden kılıcını çıkarırken atının kulaklarını kesen de… Böyle bir “bozulma” hâli tabii ki işlerin bir zamanlar “düzgün” olduğunu da ima ediyor. Nitekim Vâsıf’a göre bu, “ocakları” kuran (!) Kanunî’nin zamanında böyleymiş. O zamanlar, yeniçeriler seferlerde hareket hâlindeyken parasını vermeksizin kimsenin “bir akçalık” eşyasını almaz, bir yumurtalarını bile yemez, tabii ki kimsenin ırzına saldırmazmış. Padişahlarının ve subaylarının emirlerine itaat eden, “kırkı bir kıl ile yedilir” askerlermiş, her yerde başarılı olurlarmış. Bunun, bir zamanlar bir “altın çağ”ın var olduğuna dair idealleştirici bir söylem olduğu açıktır. Müsaadenizle konunun bu cephesine hiç girmeyeyim. Hatta varsayalım ki o zamanın ocak askerleri öyleydiler.