1442-1444 arasındaki Macar saldırısı sırasında Osmanlı devleti çok güç duruma düşmüş ve seferberlik ilân etmek zorunda kalmıştı. Savaşa katılmanın ne zaman farz-ı ayn yani bütün Müslümanlar için farz olduğu ve ne zaman sadece bir kısım Müslümanın katılmasıyla bu farzın yerine getirilmiş sayılacağı (farz-ı kifaye) yolundaki görüşlere değinmiştik. Bu ayrım savaşın kimin toprağında cereyan ettiğinden kaynaklanmaktaydı. Müslümanların kendi toprakları dışında yaptıkları savaşlar farz-ı kifaye, kendi topraklarında yaptıkları savaşlar farz-ı ayn kategorisindeydi. Osmanlı dünyasında hangi savaşın cihat, hangisinin gaza olarak adlandırıldığına dair kaynaklardan bize yansıyan keskin hatlarla belirlenmiş bir ayrım bulunmuyor. Pekâlâ, bir savunma savaşı da gaza olarak nitelenebiliyordu. Savaşa verilen addan daha önemli olan husus ise bir savaşta, bugünkü terminolojiyle bir tür seferberlik olarak niteleyebileceğimiz nefir-i ‘âm ilân edilip edilmediğidir. Nefir-i ‘âm ise ancak, Müslümanların yönetimindeki toprakların bir kısmı işgale uğradığında gündeme geliyor ve savaşa katılmayı herkes için zorunlu kılıyordu. Bu yazıda, Osmanlı kaynaklarına yansıyan en erken nefir-i ‘âm uygulamasına bakalım. Bunun için tabii ki bazı Osmanlı topraklarının işgal edilmiş olması ve Osmanlının savunmada olması gerekirdi ama Osmanlıların, Macaristan ile giderek artan bir dozda çatışmaya başlamasından sonra tam da böyle bir durum vardı.