Tam adı Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm olan ama daha çok “Koca Sekbanbaşı Risalesi” adıyla tanınan eser bir yönüyle köklü nasihat-nâme edebiyatına yaslansa da aslında siyasî bir propaganda metniydi. Döneminin konuşma diline yakın canlı bir dille kaleme alındığına bakılırsa, III. Selim’in uygulamaya koyduğu Nizam-ı Cedid’i, Osmanlı seçkinlerindense, geniş halk kitlelerine anlatmayı hedeflemişti. Hatta amacı, “bir müddetten beri” “kendi üzerlerine hiç lâzım olmayan sözlerle kahvehane ve berber dükkânları ve meyhanelerde” devleti çekiştiren ve kötüleyen “avâm-ı nas”ın dediklerini çürütmek olduğu için bir bakıma bir karşı-propaganda metni bile denilebilir. Halk için bir nasihat-nâme de diyebiliriz. Devletin nizamının bozulmasına zaten bu durum sebep olmuş. Görünürde Müslüman olup aslında “mesele-i taharetlerinden habersiz” olan manav, bakkal, kayıkçı, balıkçı ve hamal türü birtakım insanların devlet işlerini konuştukları için tedibi, hatta “nizam-ı âlem için siyasetleri” (idamları) gerekse de “hasbeliktiza” yaptıkları görmezden geliniyormuş. Yine de onların bu edepsiz hâllerinin sergilenmesi ve konuştukları konulardaki gerçek durumun gösterilmesi için padişah bir risale yazılmasını istemiş. Risalenin yazarı da Nizam-ı Cedid karşıtlarıyla giriştiği “topsuz ve tüfeksiz” tartışmalarını aktararak eserini oluşturmuş. Bu amaçla yazılan bir risalenin elyazması olarak kalmayacağı ve baskı için hazırlanmış olduğu güçlü bir ihtimaldir.