Osman Bey’in, Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra nasıl “huruç” ettiğini konuşuyoruz. Huruç etmek, zengin anlamları olan bir deyim… Çıkmak, dışarı çıkmak, ortaya çıkmak anlamlarının yanı sıra isyan etmek, başkaldırmak anlamları da var. “Hurûc ale’s-sultan” denince bir ülkenin meşru hükümdarına ayaklanmak anlaşılır olmuş. Ayrıca, askerî bağlamlarda bir kuşatmayı yarmak veya kuşatılmış bir mevkiden çıkmak da huruç… Peki, ezberden ilerlemek yerine elimin altındaki sözlüklerden bakarak söyleyeyim. Sayın Mertol Tulum’un, Meninski’ye dayanarak oluşturduğu 17. Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı adlı eserinden konumuzla ilgili anlamları seçerek alıyorum: Çıkmak, taşra olmak, kalkmak, kopmak, doğmak, yeni çıkmak, tulû‘ etmek, sudûr etmek, zuhûr etmek, peyda olmak, yüz çevirmek, azmak, başkaldırmak, asi olmak, bâgî olmak, isyan üzre olmak, tuğyan üzre olmak… James Redhouse’da bir de önem kazanmak (To achieve eminence) anlamı var. Sâhib-hurûc için ise ilginç şeyler söylüyor: “Büyük bir fatih, özellikle bilinmeyen orijinlerine rağmen hükümranlık elde eden biri” (A great conqueror, especially one who acquires sovereignty though of obscure origin). Osmanlı kullanımında sâhib-hurûcun her zaman olumlu çağrışımları olmadığını da burada not etmeliyim. Mesela, Sayın Süleyman Göksu’nun yayına hazırladığı yazarı bilinmeyen bir rûznâmede, Mısır’da Osmanlı devletine karşı ayaklanan Ali Bey’den “Sâhib-i hurûcluk dâ‘iyesinde [iddiasında] olan” ve “Mısır’da meşhur sâhib-i hurûc olan Ali Beğ” şeklinde söz edildiğini görüyoruz. Osman’ın hurucuna yukarıdaki anlamlardan hangisi daha çok uyuyor diye sorarsak cevabı belki de “bir miktar hepsi” olacaktır.