Bugün, Türkiye’de yönetim sistemi değişiyor: Cumhuriyet rejimi içinde, parlamenter hükumet sistemi yerine başkanlık yönetim sistemi başlıyor. Bu sistemin, yasama, yürütme ve yargı erklerinin icracıları itibariyle birbirinden ayrılması ilkesine ne kadar uyumlu olduğu, eski Helen kent-devletlerinden bu yana demokrasi teorisinin ana konularından biridir. M.S. 622 yılında yapılan Medine Sözleşmesi’nin yorumları ile, İslam uygarlığında da aynı konu tartışılmaya başlanmıştır.
Demokratik bir yönetim için cumhuriyet, olmazsa olmaz bir rejim sayılıyorken 18-19’ncu yüzyıllardaki tartışmalarda parlamenter sistem, demokrasinin temel şartı olarak ileri sürüldü. İlerleyen zamanla demokrasinin şartı olarak ne rejim ne de sistem değil, güçler ayrılığının icrasında ayrı birimlerin oluşması anlayışı hâkim oldu; rejim ve hükumet sistemlerinin sadece ülkelerin gelenekleri ile ilgili bir etkinlik sağlama meselesi olduğu görüldü. Yani bir krallık da, bir parlamenter sistem de, sonuçta bir cumhuriyet ve bir başkanlık kadar demokratik olabilir.
Güçler ayrılığının demokratik yönetime garanti sağladığı tartışmasız kabul görse de, hala bazı yazarlar, düşünürler başkanlık sisteminin içinde mevcut yetkeci (otoriter) ve bütüncül (totaliter) ögeler yüzünden böyle bir garantiyi imkânsız görüyorlar. (Her iki görüşün ayrıntılı tartışması M.J.C. Vile’in “Constitutionalism and the Separation of Powers” adlı 1967 tarihli kitabında bulunabilir.) Bugün 44 ülkede başkanlık sistemi var; bu ülkelerin 19’unda başkan yetkiyi başbakan eliyle kullanıyor, 25’indeyse başbakan yok.