Churchill, İngiliz donanmasını kömürden petrole çevirmeye karar
verdiğinde, gerçekte Osmanlı İmparatorluğu için ölüm, Araplar için
de petrol kaynakları kuruyuncaya kadar sürecek sömürge fermanını
imzalamış oluyordu. Bu imzayladır ki T. E. Lawrence,
G. Bell, Mekke
emiri Hüseyin bin Ali ve oğulları, Mark Sykes ve François
Georges-Picot, Lordo Balfour ve İsrail dünya tarihinde boy
gösterdiler. Eğer ihtiyar Suud Kralı, şimdilik yetkilerini ve
yakında tahtını 32 yaşındaki ihtiraslı ve beceriksiz oğlu
Muhammed’e kaptırdı ve kaptıracaksa bunlar hep Churchill’in o
kararının uzantılarıdır. Hatta diyebiliriz ki parçası oldukları
toplumların asli unsuru olarak pek mutlu olmasa da barış içinde bir
yaşam süren dört Kürt toplumunu, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi
parçalama pahasına bağımsızlık savaşı yoluna iten de bu kararın bir
uzantısı olarak Irak ve Suriye’nin var olmasına yol açan Petrol
Boru Hatları siyasetidir.
Bu siyaset, Irak ve Suriye içine ekilmiş ve bu iki ülkeyi sürekli
tehdit eden ihtilaf tohumlarının Amerikalı Neoconların nazarında
yetersiz hale gelmiş olması sebebiyle artık geçerliğini yitirdi ve
bir süredir bu ülkelerin ikiye, üçe hatta dörde bölünmesi için
planlar yapılıyor; haritalar çiziliyor.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin öncülüğünde,
Katar’ı kendi başına siyaset uygulayan dünyanın en zengin ülkesi
konumundan çıkartıp, Suud’a bağlı körfez eyaletlerinden biri haline
indirgeme planı Türkiye’nin kararlı tutumuyla şimdilik uygulanamaz
duruma düştü. Kendisini iç belalardan kurtarmak için sürekli dış
sorun oluşturma peşindeki Trump’a rağmen, derin Amerika’nın bir
Araplar arası veya Arap-İran savaşı istemediği iyice anlaşılıyor.
Daha düne kadar dünyanın en büyük petrol imparatorluğunun başında
olan Dışişleri Bakanı Tillerson ve ABD Silahlı Kuvvetleri’nin her
kesiminde saygın bir lider sayılan Savunma Bakanı emekli orgeneral
Mattis’in son açıklamaları bunu ortaya koyuyor. Hırslı ama
beceriksiz Suudi veliahdı Muhammed’in BAE lideri Halife ile,
Trump’ın damadı Jared Kushner ve Netanyahu’nun Washington
büyükelçisi Ron Dermer’in katıldığı toplantılarda hazırladıkları
Katar Girişimi’nin derin ABD’nin onayını almadığı belli. Bu
tarihten sonra statükonun, bugünkü gibi, kimi zaman husumet, kimi
zaman iyi komşuluk ilişkileri düzeyinde kalacağını, belki hiçbir
zaman
sıkı bir işbirliğine dönüşmeyeceğini
ama Katar’da Türk ve Amerikan askeri kalmaya devam ettiği sürece
asla savaşa gitmeyeceğini tahmin edebiliriz.
“Peki işler neden buraya geldi?” sorusunun cevabı iki olguda
gizli:
1 Trump’ın iç sorunlarını unutturmak için dış sorun yaratma
ihtiyacı; Neoconların ideolojik olarak, Suriye ve Irak’taki
Amerikalı saha görevlilerinin (ki bunların arasında bu ülkelerdeki
ve Körfez’deki Amerikan diplomatik ve askeri elemanlarını da
sayabiliriz) pratik söylem
ve eylemleri ile Trump’ın ütopyalarına ciddiyet
kazandırmaları.
2 Katar’ın ihracat gelirleri artar ve dünya ekonomisindeki yeri
güçlenirken, Suud ve Körfez’deki eyaletlerinin ekonomik zorlukları
ve gerilemeleri.