Bir ülke cumhurbaşkanının izlediği geçit töreninde, katılanların üzerine teröristler ateş açar ve 30’a yakın asker ve sivili öldürürse ve o cumhurbaşkanı bu terörün ABD’den kaynaklandığını biliyorsa, elbette İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yaptığı gibi, “ABD’yi pişman edeceğiz” türünden demeçler verebilir.
Verebilir de inandırıcılığı olmaz. 2005’ten, yani İran’ın eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın ‘İsrail’i haritadan silmek’ olarak sunulan sözleri söylediği iddia edildiğinden bu yana, NeoConların ve Musevi diasporası eliyle İsrailli aşırı dincilerin tahrik ettiği ABD derin devleti, İran’ı tahkim etmek için elinden geleni yapıyor. Bu sözlerin söylenmediği İranlı yetkililer tarafından defalarca açıklandığı halde... AB yetkili kurulları İran’ın böyle bir yeteneği ve hatta hazırlığı olmadığını açıkladıkları halde... Çünkü İran, diploması yoluyla elde edilebilecek şeyleri, her nedense, sadece şiddet yoluyla, kurduğu milis ve gerilla örgütlerini ihraç ederek elde etmeyi tercih etti. 1977’de, “2500 yıllık Pers monarşisine son veren İslam devrimi” adıyla iktidara el koyan mollalar ne monarşiyi silebildi ne de İslam’ın vaat ettiği şûrayı tesis etti. Dini hassasiyetini yaşamak isteyen, Batıcı rejimlerin yerine yerli ve milli sistemler koymaya çalışan her ülkeye karşı Batı’da birçok yerinde derin bir korku oluştu.
Bu korku tümüyle yersiz değildi çünkü İran, Güney Amerika dâhil, birçok ülkeye terör ihraç etmeye başlamış, ortaya “İslamcı terör” lafı atılmış, “Cihatçı” diye bir kavram icat edilmiş oldu.