Tarihi geri alalım: 1942 Kasım’ı. Hitler’in Manş Denizi’ni geçip İngiltere’ye atlaması an meselesi. Roma’nın, Napolyon’un, Babür’ün ve en son Osmanlı’nın yerini alan İngiliz Kolonyalizmi’nin beşiği elden gitmek üzere. Başbakan Churchill yine Washington’da birbirlerinden karşılıklı nefret ettikleri Başkan Roosevelt’ten bir kere daha asker, para ve teçhizat istiyor. İstemiyor, yalvarıyor. (Churchill o gece içinde bulunduğu durumu, “Sadece dizlerimin ve ellerimin üzerinde değildim,” diye tasvir edecekti.)
ABD başkanı Kongre’nin izolasyon yanlısı yasasını aşabilir; ama bunun için İngiltere’den imparatorluğun anahtarlarını istiyor! Bunun için başbakanın önüne bir belge uzatıyor: Üzerinde “Önerilen bildirge çok gizlidir” yazıyor ve sadece 8 madde içeriyor. İşin edebiyatı bir kenara bırakılacak olursa, daha sonra Atlantic Charter (Atlantik Sözleşmesi) adını alacak ve NATO’nun kuruluş bildirgesi olacak bu belge ile İngiltere, kolonilerine vergisiz mal satma imtiyazından vaz geçiyor; o tarihte bile dünyanın en büyük ekonomisi olmuş olan ABD’ye dünyanın en gelişen, nüfusu en kalabalık pazarlarını devrediyordu.
Churchill çaresizlik içinde bu belgeyi imzaladı. ABD ele geçirdiği İngiliz pazarlarını kullanarak, Çin’i ve Japonya’yı adeta tekeline alarak, Hindistan ve Afrika’yı paylaşsa bile büyük ölçüde kendi elinde tutarak dünyanın hiç görmediği bir imparatorluk kurdu. Evet, ABD bu yapıyı asla İngiltere gibi “Kraliçe adına” valiler tayin ederek yönetmeye kalkmadı ve o zamanların moda deyimi ile bu ülkelere demokrasi ihraç ederek “malların ve fikirlerin serbestçe dolaşımı” adını verdiği düzenle pekiştirdi.