Büyük- ada’da bir otelde, bazı STK temsilcileri ile biri İsveç,
diğeri Alman iki eğitimcinin gözaltına alınması, Türkiye ile
Almanya arasında, son aylarda görülen gerilimlerin en şiddetlisine
sebep oldu. Alman Dışişleri Bakanı, tatilini yarıda keserek
makamına döndü ve ülkesinin Türkiye’ye yaptırım uygulamak üzere
olduğunu açıkladı.
Eskiden olsa, (eskiden derken 10-15 yıl öncesini anlamak lazım) bu
demeç, Ankara’da bir çok yetkilinin ertesi sabah dudağında en az
bir uçukla uyanmasına sebep olurdu. Basın-yayının paniği de
cabası!
Şimdilerde ya hükümet, ya da cumhurbaşkanlığı sözcüsü aynı
sertlikte bir yanıt veriyor ve bu gazetelerde, televizyonlarda çok
da önlerde, tepelerde olmayan bir yer buluyor. Yani ne Ankara’da,
ne de İstanbul’da kimse heyecandan uykusunu veya tatilini
kaçırmıyor.
Öyleyse 2013’den beri Almanya Başbakan Yardımcısı olan, şimdilerde
de dışişleri bakanlığını yürüten Sigmar Hartmut Gabriel’in bu
telaşı nedendir? Hem de ne telaş? Koalisyon hükümetinin başbakanı
Angela Merkel’i bile aşan bir söylemle, Türkiye’de yatırımı olan
Alman firmaları hakkında savcılık soruşturması açıldığı yalanını
söyleyecek kadar ölçüsüz bir heyecan. Alman firmalarının
Türkiye’deki yatırımlarını satıp-savıp, satamadıklarını kamyonlara
yükleyip, gelecek hafta Kapıkule’nin yolunu tutacaklarını sanmamıza
yetecek bir heyecan!
Almanya’yı tanıyanlar için bu konudaki haberlerde, Alman bakanın
adının önüne yazılan “tatillini yarıda keserek, başkente dönen”
ifadesi bile tek başına heyecanın ne ölçüde yüksek olduğunu
göstermeye yeter de artabilirdi. Çünkü ister Mercedes fabrikasında
işçi olsun, isterse dışişleri bakanı, bir Alman için tatil, sadece
temel insan haklarının başında gelmekle kalmaz, ayrıca bir
kutsiyete de sahiptir.