Küba’nın hasta Comandante’si öldü. En son, ülkesini Obama’nın şahsında ABD’ye açarkenkameralar karşısına geçmişti.
Küba’nın, “ABD’nin dibinde ABD’ye karşı verdiği anti-emperyalist mücadeleyi” anlat anlat bitiremeyen çok sayıda yazı okuduk. Atatürk ve Castro arasındaki benzerlikler ve Castro’nun Atatürk hayranlığı ile bezeli yazılar...
Küba’da Atatürk’ten başka yabancı bir liderin heykelinin olmayışıyla gurur duyduk.
“Fidel’in 20. yy’ın en yüksek insanlık değerleri üzerine bir devlet inşa ettiğini” söyleyecek kadar cezbeye gelenler de oldu.Küba’nın ABD’ye karşı Sovyetlerin himayesine girmesini reel politiğe bile ihtiyaç duymadan romantize edebilenler...
Onlara göre FETÖ darbesinin arkasında ABD’nin olması, CIA’in Küba’ya darbe yapmaya kalkmasından daha az sinir bozucu. Fidel Castro’ya yapıldığı söylenen suikast girişimleri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi bir suikast timince öldürülmeye çalışılmasından daha vahim mesela...
Ülkesini 1959’dan beri seçimsiz yöneten [Doğrusu bu da bir başarıdır!] hastalanınca da yönetimi kardeşine devreden bir adamın, ülkemizin komünist ve sosyalist Atatürkçüleri tarafından bu kadar çok sevilmesi üzerine düşünmekte fayda var. Bu bir ilkele dönme eğilimi mi mesela? Türkiye’yi tek parti rejimine döndürme arzusu mu? Atatürk hep yaşasa, Türkiye’yi hep o idare etse hayalini yansıtma şekli mi?
Bir‘ilkeleirca’ arzusu değil mi bu?
Batista’ya karşı başta ABD’nin desteğini alan ve gerilla savaşı örgütleyerek Batista rejimini yıkan bir liderden bahsediyoruz sonuçta. Batista’ya karşı verdiği mücadeleyi ve ülkesinin ABD’nin fuhuş ve kara para aklama merkezi olarak kullanılmasına razı gelmediğini takdir edelim hadi ama 60 yıldır bir türlü demokrasiye dümen kırmamanın komünizmin dikatoryal bir rejim olduğunu gösterdiğini de bilelim.
Bunu bizim yas tutan romantiklerimize anlatmak mümkün değil belki, ama onların gönlünü hoş edecek bir çıkarımda bulunabiliriz; eser miktarda da olsa Atatürk, Fidel’den daha demokratik bir vizyona sahipti.