Türkiye 2002’de niyet etti, Kürt sorununu ve PKK sorununu çözmeye. Ak Parti iktidara geldiğinde bu sorunu çözmesi gerektiğinin bilincindeydi. Fakat sorunun ne kadar derinleştiğini ve çözmeye niyet ettiği andan itibaren ne tür komplikasyonlarla karşılaşacağını ön göremedi belki. ‘Yeni Türkiye’yi inşa etmeye durmuş ekibin iyi niyeti bazen satranç masasındaki rakiplerinin çok yüzlü oyunu karşısında naif kalabildi.
Lafı dolandırmaya gerek yok, Türkiye Kürt sorununu ve PKK sorununu çözme çabasındayken defalarca sırtından hançerlendi. Fakat bu süreç içinde çok önemli bir tecrübe ve beceri edindi.
Sürecin hala devam ediyor oluşu ise bütün bu Acem ve Bizans oyunlarına rağmen Türkiye’nin de fena bir oyuncu olmadığını gösterdi.
Oslo’dan önce ve Oslo sürecinde yaşananlar Türkiye’ye, çözüm sürecini başka ülkelerin garantörlüğünde, nezaretinde -ne derseniz deyin- yürütmenin yola mayın döşemek anlamına geldiğini öğretti. Bu yüzden sürecin bir yerinde çözüm için muhataplar mümkün olduğu kadar aza, iki aktöre indirgendi. Türkiye ve Başbakan adına Milli İstihbarat Teşkilatı, PKK tarafında ise doğrudan Öcalan vardı.
Yeni oluşan bölgesel denklemlere, İran’a ve PKK’ya rağmen çözüm sürecinde bugün bu aşamaya işte bu sayede gelebildik, yani çözüm sürecini milli-yerli bir projeye dönüştürebildiğimiz için.