Elçi’nin ateş altında kalarak mı, hedef alınarak mı öldürüldüğü adli olarak netleşmemiş olabilir ama şunu biliyoruz; Tahir Elçi YDGH’lilerin hendeklerle öz yönetimlerine geçirdiklerini zannettikleri bir mahallede, roket atarlarla tahrip ettikleri Dört Ayaklı Minare’nin dibinde, Kürt halkına yaşatılan bu zulme dur demek için, sivil alanlardaki bu şiddetin sone erdirilmesi için bir çağrıda bulundu. PKK’lı teröristler saldırı için iki polisi de şehit ettikleri o gün ve saati seçmişlerdi.
Bunun bir tek anlamı var; Elçi’yi öldüren kurşun polis tabancasından çıkmış olsa bile Elçi’nin katilleri Kürt halkına kan kusturan o hendek savaşını yürütenlerdir, onlara dağdan emir verenlerdir. Tahir Elçi, sivil alanlarda şiddet eylemlerine son verin, tarihimizi, insanlarımızı katletmeyin dediği zaman onun yanında olmayıp politik rant devşirmek için cenazesi başına üşüşenlerdir.
Tahir Elçi öldürülmeden 3-4 gün önce Fadime Özkan’la Diyarbakır’daydık. Diyarbakır’a türlü vesilelerle defalarca gitmiş kişileriz. Fakat bu sefer farklı bir manzara ile karşılaştık. Toplumun her katmanında PKK’ya karşı alttan alta kabaran bir homurdanma var.
Halk, KCK’nın serhildan çağrılarına rağmen sokağa çıkmayarak tavrını belli etmişti zaten. “Siz buralara hendek kazıp hayatımızı mahvedin diye değil sorunlarımıza Meclis’te çözüm bulun diye HDP’yi Meclis’e gönderdik” demeye başlamıştı. Bu uğultu berraklaşmaya, duyulur olmaya başladığı bir anda vuruldu Tahir Elçi.
HDP’li vekillere, DBP’li belediye başkanlarına “hendek istemiyoruz, hendekler yüzünden ölüyoruz, hendekler yüzünden dükkanlarımız kapanıyor, buna bir son verin” dediklerinde aldıkları cevap HDP-KCK ilişkisini de gözler önüne seriyor aslında: “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok!”