Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD'de
çok önemli bir görüşme yapacak.
Fakat görüşme ben yazıyı yazdıktan hayli sonra başlayacak. O minval
üzere bir şeyler yazacaktım. Bu konularda akıl danıştığım tek
dostum, bilgece bir söz edip, 'yazın çıktığında eskimiş olacak'
dedi. O zaman karar verdim, iyisi mi, 17 Mayıs vefatının 60.
yılıdır, oturup Nurullah Ataç yazısı yazayım dedim.
Onu ilk okuduğum yılları anımsıyorum.
Ortaokuldaydım. Yahya Kemal'in Baudelaire'e, Verlaine'e olan
tutkusunu anlatırken dediği gibi, ben de Ataç'ı daha ilk okuyuşumda
'sıtmalı bir iptila' ile sevdim.
(Şu laflarımı kendisi okusaydı, çıldırırdı herhalde.) Ondan sonra
da bugüne kadar üstümdeki etkisi, gitgide daha derinlerde işleyerek
devam etti.
Beni ona bu derecede çeken ve bağlayan neydi? Bu sorunun
cevabını 'çok zamanlar' düşündüm. Açıkçası tamamen ona benzer bir
ruh haleti, entelektüel ilgi alanı ve tam kelimesiyle söyleyeyim
'çelişkiler' içinde bulunmamdı.
Ataç, Yunan ve Latin klasiklerini
önemsiyor, 'tam Batılılaşma'
için okullara Yunanca-Latince okutulması
gerektiğini söylüyor fakat delice bir tutkuyla
Divan edebiyatının en güzel dizelerini bulup
çıkarıyordu.